4 Temmuz 2009 Cumartesi

HAYDUT


DİKKAT HAYDUT! KAÇIN!

“Olsun Varsın” adlı ilk albümünü yayınlayan bir grup Haydut ile Cihangir Olivia’da eğlenceli bir sohbet gerçekleştirdik. Grubun adı Haydut ama bu kelimeyi nasıl alacağınıza bağlı. Kendileri de söylüyor zaten; kimine göre “vay sevimli haydutlar geldi” kimine göre de “Vay haydutlar!”. İsim seçmenin de zor bir şey olduğunu kabul ediyorlar. Evet, Haydut, çünkü onlar muzırlar ve insanları şaşırtmayı seviyorlar.

Öncelikle grubun kuruluş aşamasından başlayalım…
Volkan:
Yaklaşık 10 sene kadar önce kuruldu grup. Üniversitedeyken İnanç ile tanıştım ve onun da gitar çaldığını öğrendim. Zaten hep müzik yapmak istiyordum. Grup kuralım dedik ve barlarda çalmaya başladık.
Albüm kapağınız ve grubun ismi bir bütün oluşturuyor…
Volkan: Onu benim kardeşim İpek yaptı. İlk başta İnanç şöyle mi olsa böyle mi olsa düşünüyordu. Bir sürü fikirler çıktı. Dayak yemiş olalım, yakalanmış gibi olalım filan. İpek’le bunları paylaşınca “yolla bakayım fotoğrafları” dedi ve o yaptı. Dayanamadı, benim gibi sabırsız o da. Herkesin fark etmeyeceği ufak ufak oyunlar var kapakta. Şimdi söylemeyeyim ama güzel göndermeler var. Onları da İpek bulmuş, küçük küçük oyunlar yapmış kendi kendine :)
Albüm sizlere ne ifade ediyor?
Volkan:
Ben doğma büyüme Rizeliyim. İlk İstanbul’a geldiğimde kuzenim beni Kemancı’ya götürmüştü ve ben “Vay be! Bir gün ben burada sahneye çıkacağım.” demiştim. 4 sene sonra, yani 23 yaşlarımda, orada çıktım ve çaldım. Benim hayatta böyle bir durumum vardır. Yapacağım der ve yaparım. Bu albüm de öyle benim için.
Sancak: Taksim piyasasında çaldığımız dönemleri hatırlayınca, şu anda olduğumuz nokta o zamanki bütün uğraşlarımızın birikimi. Öte yandan Haydut çok güzel bir olgu ve son 1,5 sene zarfında beraber bir sürü şey yaptık. Yani benim için başlangıç anlamı da taşıyor.
Özcan: Neredeyse liseden beri barlarda, çeşitli mekanlarda cover yaparken, kendi bestemi çalayım daha büyük kitlelere yayılsın istiyorsun. Daha önce Öztürk’le de çaldım ama “benim grubum” dediğim kendimi ait hissettiğim ilk grup Haydut.
İnanç: Çok güzel oldu, çok mutluyum. Herkes söyledi zaten, söyleyecek bir şey kalmadı.
Peki nelerden besleniyorsunuz?
Volkan:
Beni besleyen başlıca şey yalnızlık, yalnız kaldığım zamanlar. Bulunduğum ortam. Aslında ne kadar eğlenceli besteler yapsak da o eğlenceli besteler hüzünlü zamanlarda çıkabiliyor.
İnanç: Parça yazmak benim çok zevk aldığım bir keşif. Mesela son günlerde durmadan Hayyam okuyorum. Sürekli değişiyor. Yani bir ay sadece halk müziği dinlerken bir ay sadece dans müziği dinleyebiliyorum. Ama anlık yazıyorum ben. Çok büyük bir nefret de olabiliyor, çok büyük bir bağlılık da.
Haydut olarak en büyük hayaliniz ne?
Volkan:
Ben Önder’e söyledim, Metallica geldiğinde bizi alt grup yapacak. Sözleşmede yazıyor… :) Şaka bir yana en büyük hayalim Haydut’un devam etmesi. Sürekli müzik yapalım ve eğlenmeye devam edip insanlara bir şeyler anlatalım.
Özcan: Yükselen ve sonradan düşen grafiği çizmemek olabilir.
Son olarak söylemek istedikleriniz?
İnanç:
Ben ilk Blue Jean aldığımda 13 yaşında filandım ve çok önemliydi, tek kaynaktı. Beş adam görüyorsun ve yanında Bon Jovi yazıyor :)
Volkan: Bir arkadaşım Blue Jean’den kesip biçip kalın bir klasör oluşturmuştu. Bir gün bana verdi, al incele diye ve ben onu kaybettim :) Yıllar sonra unutmamış sordu tekrar. Gerçekten hayatımızda büyük yer edinen bir dergi. Birçok yabancı grubu onun sayesinde tanıdık.

CANLI HAYDUT COVER’LARI
Haydut konserlerinde grubun kendi parçaları dışında Neşet Ertaş, Bülent Ortaçgil, MFÖ, Barış Manço ve Yeni Türkü’den birer parçanın cover’ını da duymak mümkün.


İpek ATCAN
Blue Jean - Haziran 2009

MODEL


MODEL ALINACAK GRUP

Birbirinden sempatik beş kafadar Can, Aşkın, Fatma, Okan ve Serkan. İzmir’deki okullarını, ailelerini, arkadaşlarını kısacası her şeylerini bırakarak müzik yapmak için İstanbul’un yolunu tutuyorlar. Ve bu beş kişi aynı evde 7/24 müzik ile uğraşıyor.

Roxy Müzik Günleri’ne, Nokia Super Sound’a ve Sony Ericsson Unistar’a katıldınız. Bir çıkış arayışı mıydı yoksa yarışmalara katılmayı seviyor musunuz?
Okan:
Aslında çok bilinçli bir amacımız yoktu. Her genç müzisyen yapar bunu. Bir şey yapıyorsun ve birisine göstermek istiyorsun bu yaptıklarını.
Aşkın: O dönem biz katıldığımız yarışmaları buraya gelmek için bir adım olarak görmedik, tamamen ego tatmini.
Parçalarınızı nasıl yapılandırıyorsunuz?
Can:
Besteleri ve sözleri ben yazıyorum, benim oluşturduğum bir şey oluyor genelde. Ardından oturup “hadi kayıt yapalım” diyoruz. Önce Serkan’la akorlara bakıyoruz, düzenlemeye bakıyoruz ardından da Okan’la kabataslak kayıt yapıyoruz. Bunların hepsini evde yapıyoruz. En sonunda da Fatma ve Aşkın’la da bir araya gelip vokalleri, davulları hallediyoruz.
Okan: Bu albümdeki şarkılar İzmir Alsancak’ta stüdyomuzda yapılıyordu.
Can: Evet yarışmalardan kazandığımız para ile kiralamıştık stüdyoyu.
Fatma: Burada değişen tek şey evin salonunda yapıyor olmamız :)
Aynı evde yaşamanın ilerde problem yaratabileceğini düşünüyor musunuz?
Fatma:
Öyle bir kimya söz konusu ki, özellikle bir bayan olarak bunu anlatmak istiyorum. Mesela temizlik yapmak gerekiyor bir bakıyorum birinin elinde elektrik süpürgesi birinin elinde vileda. Yemek gerekiyor bir bakıyorum Serkan, Okan, Aşkın herkes yapıyor. Eskiden de çok vakit geçiriyorduk ama bir insanı tanımak için önemli olan şey 24 saat aynı evi paylaşmak. Acayip bir şey oluştu bizde, herkes görevini biliyor.
Okan: Çok büyük kavga edersek ne olur gibi sorunlarımız da yok, çok kavga ediyoruz zaten (gülüşmeler)
Aşkın: Biz kendi özel isteklerimizi çok arka plana attık. İzmir’den bu yana bütün özel isteklerimizden vazgeçip müziğe yoğunlaştık.
Albümün habercisi EP’nizi çıkardınız, albümü ne zaman düşünüyorsunuz?
Can:
Sonbaharda.
Fatma: Aslında EP fikri hiç kafamızda yoktu ama sonra buraya geldiğimizde oturuldu, konuşuldu ve EP çıkaralım dendi. Buraya geldiğimizde bir albümlük parçamız zaten hazırdı, albüm için de şu anda parçalarımız hazır.
Bir sürü farklı tarzdan öğeler barındırıyor müziğiniz…
Serkan:
Beşimiz çok farklı müzikler dinliyoruz ve bu güzel bir şey. Bu yüzden değişik tarzda şeyler çıkabiliyor bizden.
Okan: Sınırlandırmadık açıkçası, o şarkıda ne duymak istiyorsak onu koyuyoruz şarkıya.
Can: Bir şarkıya baktığımızda beşimiz de beş farklı şey görüyoruz…
Bir sürü yeni grubun çıktığı bir dönemdeyiz, bu sizi tedirgin ediyor mu?
Can:
Bizi korkutmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bir şevkle hırsla çıkarılan işler var. Yapan müzisyenler için konuşmuyorum ama bunları destekleyenlerden bahsediyorum. Ama kaybolup gidebiliyor bir sürü iyi müzisyen. Ama iyi yönden bakında MySpace’in büyük etkisi müzik paylaşımı açısından, hemen şarkı yapıp koyabiliyorsun.
Fatma: Bir de çalıştığımız insanlardan dolayı her şey planlı ve programlı sadece altı aylık bir süreçten değil, iki yıllık bir süreçten bahsediyoruz.
Aşkın: Yeni gruplardan ziyade aynı dönemde çıkan büyük gruplar insanı tedirgin ediyor. Çünkü bütün ilgi ve alaka onlarda…
Kimi dinleyenler Model’i sever diyebiliriz?
Fatma:
Müzik seven bir insanın Model’i dinlemesi gerek.
Can: Model’in kitlesi müzik dinlemeyi seven adamlar.
Sizde böyle bir No Doubt havası var :) şimdi ‘Don’t Speak’ klibi geldi de aklıma ve sonra yaşananlar, sizde de öyle bir durum olabilir mi?
Fatma: İlk beste grubum Model. Ama geçenlerde bir arkadaşımla görüşüp çocuklara bir şeylerden bahsettim. Electronic, trip-hop filan çok seviyorum ve ileride böyle bir şey yapmak isterim ancak Model’i etkilememeli.
Can: Model’le ilgili sorunu olan onun Model’le ilişkisi biter zaten. Bunun dışında bence herkes farklı bir şeyler de yapmalı.
Son olarak eklemek istedikleriniz…
Fatma:
EP’nin adı “Perili Sirk” ve gerçekten dinlendiği zaman renkleri görebileceğiniz bir albüm ve her şarkının ayrı ayrı rengi var.
Can: Müzik yapmak isteyen arkadaşlara tek bir tavsiyem var; menajer bulun kendinize (kahkahalar). Biz gerçekten boşa bir sürü vakit geçirdik. Yapılan ilk işin menajer bulmak olması gerekiyor bence.
Aşkın: 5 Haziran’da Haliç Üniversitesi Şenlikleri’nde ve 21 Haziran’da da Maçka Küçükçiftlik Park’da Seafest’te olacağız.

İpek ATCAN
Blue Jean - Haziran 2009

MANGA


SESSİZLİK SONA ERDİ, MANGA GERİ GELDİ!

2004 yılında çıkardığı ilk albümüyle Türk Rock tarihinin en büyük başarılarından birine imza atan, geçen zaman zarfı boyunca Türkiye’nin dört bir yanını dolaşan maNga yıllardır beklenen yeni albümü ile nihayet karşımızda. Artık daha olgunlar, daha hüzünlüler ve bu defa hikayeleri Ankara’ya değil İstanbul’a, “Şehr-i Hüzün”e ait…



Sony Müzik’te hissedilir bir heyecan vardı o gün. Kimi görsek gözlerinden tarifsiz bir heyecan okunuyordu. CD kutusunu dinlememiz için bize verirlerken bile yeni doğan bebeğini kucağında tutan bir annenin özeniyle yapıyorlardı bunu. Kolay değil, çok uzun bir süredir bu albümün doğmasını bekliyorlar. Sadece onlar mı? Binlerce maNga hayranı belki de beş yıldır bugünün hayalini kurdular. Ama plak şirketi çalışanlarından ve maNga hayranlarından daha heyecanlı olanlar da var. Kim mi? Tabii ki Ferman, Yağmur, Özgür, Efe ve Cem. Yıllardır bu şarkıları mükemmel hallerine dönüştürmek için uğraştılar, didindiler ve şimdi nihayet onları sevenleriyle paylaşmaya sıra geldi. Albümü dinleme faslımız bitmek üzereyken odaya giriyor Yağmur, Ferman ve Özgür üçlüsü. Müzik fonda çalmaya devam ederken “heyecan”ın ötesinde bir şey daha görüyorum gözlerinde, o da “gurur”. Henüz yeni doğmuş olabilir ama onun da ilk çocukları gibi başarılara imza atacağını içten içe bilmenin getirdiği bir gurur bu. Beş yıllık sanatsal mücadelenin boşa olmadığını bilen bir gurur bu…

Albümün çıkışındaki gecikme sizin üzerinizde bir baskı yarattı mı ve bu baskı müziğinize yansıdı mı?

Ferman: Bizi gerdiği zamanlar oldu ama müziğimize yansımadı. Bizim tatmin olmayışımız da albümü geciktirdi çünkü.
Yağmur: Birçok insan için bu süre fazla gibi gözüküyor. Ama açıkçası bizim için bu süre oldukça dolu geçti, hatta hala da öyle devam ediyor. Formülizasyon uygulamak istemedik, bütün olay orada. İlk albümde başarılı olmuş şeylerin üzerine giderek yapmadık, iyice dolup biriktirmeyi bekledik ve gerçekten içimizden gelerek yapıp kayda girmek istedik. Ankara'dan İstanbul'a geldiğimiz süre aslında bizim için çok fırtınalı geçti ve hemen konserlere geçtik. Ardından her şey duruldu ve o sırada herkes kendi düzenini kurarken biraz da kendi içimizde durup beste yapma aşamasına geçtik.
Rock tarihine baktığımızda ilk albümlerde gruplar kimliklerini oturtmaya çalışırlar ve sonra başyapıtlar ortaya çıkar. Ortada çok başarılı bir “ilk albüm”ün olması sizde bir kimlik sorununa yol açtı mı? İlk albüm bu kadar başarılı olmasa daha sağlıklı, daha problemsiz bir süreç olabilir miydi?
Özgür: 2002 yılında kurulan bir gruptuk ve 2004'ün sonlarında çıkmıştı albüm. Orada da üç yıllık bir hazırlık süreci var aslında. Ama ilk albümün ikinci üzerinde yarattığı baskı doğru bir tespit. Birçok sanatçı da ilk albümünde başarılı oluyor ama ikinci ya da üçüncü albümlerinde aynı başarıyı elde edemeyebiliyorlar. Onun da getirdiği bir sorumluluk vardı. Elimizden gelenin en iyisini yapalım ki ismimize tezat oluşturacak bir şey gelmesin istedik.
Ferman: Bir kere yaşam tarzı değiştiği için etkilenmeler değişiyor. Beslenecek başka şeyler aramaya başlıyorsun. O dönem zordu. Bir dönem oldu, işte İstanbul'a alışma süreci filan, o dönem bir şeyler biriktiremedik, biraz zor geçti. Sonra kafamızı toparladık ve tekrar yazmaya başladık.


“STEAMPUNK GİBİ BİR DURUM VAR”

Etkileşimler değişti derken …
Ferman: Hep çok fazla şey dinlemeye çalışıyorduk ama bu dönemde biraz daha fazla dinledik sanırım. Klasik Türk müziği çok dinlemeye başladık. Okuduklarımızı izlediklerimize kendi gözlemlerimizi katmaya, referans sağlamaya başladık.
Yağmur: Türk müziği etkisi zaten ilk albümde de vardı ama bu defa daha bir su yüzüne çıktı. Albümde bir yandan postmodern, bir yandan nostaljik bir yapı var, albümün aşağı yukarı her yerine sindi bu. Planlanmış bir şey değildi ama oldu bir şekilde. Alaturka ile modern bir yapının birleşmesi gibi. Steampunk gibi bir durum hissettim ben, ilk Ferman’la bunu konuştuğumuzda da bunu söylemiştim.
Ferman: Evet o açmıştı kafamdaki bazı şeyleri.
Yağmur: O fikir her şeyi bir çatı altına toplamıştı. Gittiğimiz yönü gördük o sayede. Mesela steampunk’ta da alternatif bir evren vardır ve o evrenin kendi kuralları, kendi teknolojisi, kendi modası, kendi felsefesi vardır. Sanki bu albüme de kategorize etmesi zor, birden fazla öğeyle, birden fazla akımla ancak bir etiket yapıştırılabilir diye düşünüyoruz. Albüm için diyebileceğimiz şey; sanayi devriminde yaşıyor olsaydık ama bilgisayar yapmaya kalksaydık, 18. yüzyılda falan, nasıl yapardık, herhalde çok büyük bir şey olurdu ve buharla çalışan bir şey olabilirdi. Büyük boruları olurdu, belki de bir apartman büyüklüğünde olurdu. Bu albümü de en iyi tanımlayan yapı bunlar diye düşünüyoruz. Ama her dinleyen kendi filtresinden kendi geçirecektir.

STEAMPUNK NEDİR?
80’ler ve 90’ların başında ortaya çıkan, bilimkurgu ve fantezinin bir alt türü. Sanayi devrimi döneminde geçen, buharın bulunduğu ama elektriğin henüz bulunmadığı bir çağda geçen, fantastik ve bilimkurgu elementlerine sahip bir tarz. Devasa buhar makineleri, acayip araç gereçler, tuhaf vücut eklemleri bu türün olmazsa olmazları. Steamboy, Howl’un Yürüyen Şatosu, Wild Wild West bu türün sinemadaki bilinen örnekleri.


“HAYRANLARIMIZ DA BÜYÜDÜ, MÜZİĞİMİZ DE”

Kitleniz daha çok gençlerden oluşuyordu, şimdi müziğinizin de olgunlaşmasıyla birlikte daha büyüklere de ulaşacağınızı düşünüyor musunuz?
Yağmur: Düşünüyoruz çünkü şimdi onlar da büyüdü. 4 sene o yaş jenerasyonu içinde çok büyük değişimlere sebep olur. Kendimi düşünüyorum; lisede dinlediğim müzik ile üniversitedeki arasında büyük bir fark var. Eminim aynı şeyi sunsak onlar da kabul etmeyecekti.
Ferman: Her şeyin puzzle’ın bir parçası gibi sonradan oturma durumu bizi heyecanlandırıyor. Bir kurgu var ama o kurgu öyle garip tesadüflerle oturuyor ki... Grafikerimize albümden parçalar yolladığımda onun o hisle yarattığı şeylerle Yağmur'un dediği o zamansızlıkla örtüşmesi bir tesadüftü.
Yağmur: İşaretleri gördük, önemli olan da odur. İçgüdülerimiz takip etmemiz önemli olan, konsept bir şeyin peşindeyseniz yaratıcı süreçte size sürekli hayattan işaretler gelir. Onları iyi takip edip algılarsanız sonuca da güzel yansır diye düşünüyorum. Tuluyhan Uğurlu’nun da o açıdan bu albümde çok önemli katkısı oldu. Piyano batı enstrümanıdır ve klasik batı müziğinin mihenk taşıdır. Tuluyhan Uğurlu piyanoyu daha alaturka kullanan bir virtüözdür. Bu da çok güzel örtüşüyor. Batılı bir enstrümanla alaturka bir icra tarzı var. "İstanbul Kanatlarımın Altında"daki tema müziği de zaten albümün bahsettiğimiz bu genel yapısına güzel oturdu diye düşünüyorum. Tuluyhan Uğurlu klasik müzik bestecisi ve virtüözü bir adam olabilir ama çok rock'n roll bir adam aslında.
Linkin Park son albümde Rick Rubin'le çalıştı; U2'dan etkilenen olgun bir müzik yaptı. Grubun kitlesi beğenmedi ve eski tarza yakın şarkılara klip çekildi. Bu albümde sizce de böyle bir tehlike var mı?
Yağmur: Tabii ki. Olabilir. Her şeyi öngörmemiz mümkün değil. Her albümde yeni bir şey sunmak isteyen bir ekipseniz bunu çok kafaya takmamanız gerekiyor. Belli bir beklenti içinde olan insanlar tarafından tepki alabilir. Çok önemli değil bizim için. Uzun soluklu bir aşamada anlaşılacağını, oturacağını düşünüyorum ben de.
Özgür: Değişmeyen tek şey değişimin kendisi. Biz de büyüyoruz, olgunlaşıyoruz. Ortaya çıkardığımız müzik bir şekilde değişecek. Sürekli kendini tekrar eden bir ekip olmak istemeyiz.
Ferman: Ortada daha tepki yok ama öyle olması zaten iyidir, kötü değildir. Herkes mutlu olursa da problem vardır. Benim de oldu zamanında Korn'da, “Untouchables” zordur mesela, dinledikçe sevmeye başladım. Bu albüm de bana öyle geliyor, dinlendikçe daha çok sevilecek.
İstanbul’u “Şehr-i Hüzün” olarak tanımlıyorsunuz…
Yağmur: İstanbul'u tek kelimeyle özetlemek çok zor bir şey. Bir sürü başlığı var ama biz hüzün kısmını almayı tercih ettik. Albümde nostaljik bir hava var. Eski dil olması da “Şehr-i Hüzün”, onu gösteriyor.
Ferman: Niye hüzün hissediyoruz? Ankara'dan geldiğimiz için orada sokakta gördüğümüz şeylerle burada gördüklerimiz çok farklı. Biz burada yıkık bir köşk ya da üç yüz yıllık bir çeşmenin üstündeki yazıları gördüğümüz zaman, çok garip oluyoruz. Gökdelenlerin yanında bir köşk yıkılmış ve kimsenin umurunda değil. Ankara'da bu kadar yoktur böyle bir şey. Bazı tipler var sokakta. Adam 1600'lerden mi çıkmış, 2050'den mi çıkmış belli değil.
Özgür: Fark edilmeyen bir zamansızlığı ve karmaşası var bu şehrin. Saraylar, hanlar, bahçeler Sultanahmet'te 600, 700 yıllık binaların yanından tramvay geçiyor. İki sokak ileriye gidiyorsun internet kafe var, öteye gidiyorsun türkü bar, dergah, Eyüp'ten geçiyorsun camiler ve bu kadar karmaşa insanları hiç enterese etmiyor.
Şarkı sözlerinde Vega’dan Deniz Özbey (‘Her Aşık Ölümü Tadacak’), Gripin’den Birol Namoğlu’nun (‘Dünyanın Sonuna Doğmuşum) katkıları var. Hepsi de GRGDN sanatçısı. Bu paslaşmalar nasıl oluyor?
Yağmur: Dünya görüşü çok uzak adamlar değil sonuçta. Bir yere oturup iki tek attığımızda da güzel muhabbet edebildiğimiz adamlar. O çok doğal bir süreçti. Aynı stüdyoda kayıt yapıyoruz, Birol geliyor; “gel baba şarkıları dinle” diyoruz. Bizim şöyle bir süreç oldu; Ferman'ın DVD'sini izleyince de fark ediliyor.
Özgür: Sing Your Song'dan beri bir süreç var. Haluk'la (Haluk Kurosman; prodüktörleri) yolumuz kesişmiş, Hadi'yle (menajerleri) bize güvenmişler albümümüzü desteklemişler. Daha sonra İstanbul'a gelmişiz, albümümüz yok, Gripin'le sahneye çıkıyoruz. Bize destek oluyorlar, Vega aynı şekilde bize destek oldu.
Yağmur: 'Dünyanın Sonuna Doğmuşum' da Birol'un katkısı oldu. Dünyanın sonuna doğmuşum onun cümlesi ve bunu Özgür'le daha önce paylaşmış. Döndü dolaştı bu tekrar geldi. Şarkıda bir noktada kilitlenmiştik, anahtar bir laf, cümle gerekiyordu. Birol'u da söz yazarlığı açısından severiz, iyi bir söz yazarıdır. “Dünyanın sonuna doğmuşum” lafı çok bir şey uyandırdı bizde.
Ferman: Şarkıyı inanılmaz açtı ve takır takır yazmaya başladık.
Bu albümde en zor çıkan şarkı hangisiydi?
Ferman: 'Cevapsız Sorular'dır. İlk 2002'de yaptık, değil mi?
Yağmur: Başladık, hatta ilk albüme girme olasılığı vardı. Defalarca değiştirdik. Yazdıkça ustalaştık ve beğenmemeye başladık. Ondan sonra da ‘Üryan Geldim’dir. Onun müziği, gitar teması kaç senedir var. Çok güzel bir şey olacağını hissediyordum ama bir türlü yapamıyordum. Ama ikisi de sonuç itibariyle en güçlü şarkılar arasında. Demek ki bazen bir şey hissediyorsanız peşinden koşmak gerekiyor.
En kolay hangisiydi?
Yağmur: 'Beni Benimle Bırak' galiba. Hatta albümde ilk bitmiş şarkıdır.
Ferman: ‘Evdeki Ses’tir ya.
Özgür: Gerçi o da hazır. (kahkahalar)
Yağmur: Alper Ağa’yla onu yapmamız bizim için çok ayrı bir şey oldu. Sonuçta çok önemli bir isim bence. Yaptığımız müzikten farklı bir kulvardalar ama etkilendiğimiz isimlerden biridir Cartel. Rap ve hiphop dendi mi hala keyifle dinlediğim bir albüme o dönemde imza atmayı başardılar. Müzikal anlamda da bir sürü ilki yapmışlar, bağlama sample’ı kullanmışlar vesaire.


CD PLAYER’DAN ÇALAN TAŞ PLAK: ŞEHR-İ HÜZÜN

Bu albümü yaparken neler dinlediniz?
Ferman:
Bu süreç içinde beste yaparken beni en çok etkileyen albüm Ercüment Batanay’ın Tambur albümü oldu.
Özgür: O kadar çok şey dinliyoruz ki, hangisinin neresinden ne şekilde etkilendiğimiz çok belli değil. Aslında olayın söz ve beste kısmında fazla yokum ben. Bizimkilerin nelerden etkilendiğini biliyorum ve sadece müzik değil: Sinema, kitaplar... Hayyam, Karacaoğlan’a gidilmesi, öyle bir edebi, felsefi bir yaklaşım mevzu bahis. Şöyle bir atak yapayım şeklinde değil de tüm bunların hepsinin birleşmesiyle ortaya çıkan ruh halinde müzik bunu istiyor ve şu an bunu çalmam iyi olur yaklaşımında geçti kayıt.
Yağmur: Yok aslında. Ben albümün hem beste aşamasında, hem de prodüksiyon aşamasında da olduğum için fazla müzik dinlemedim. Ama genel olarak son dönemde çok nadiren dinlediğim zamanlarda daha çok 80’lerden dinliyorum. Elektroniğinden tutun da heavy metal’ine kadar. Eskiden kafa sallayarak dinlediğim şeyleri biraz daha prodüksiyon kafasıyla inceleyerek dinlemeyi seviyorum.
Albümü tek kelimeyle özetleyecek olsanız o kelime ya da cümle ne olur?
Ferman:
“CD player’dan çalan taş plak”.
Bizi filmler de etkiledi dediniz, bu albüme karşılık gelen bir film var mı sizce?
Yağmur:
Bir günü anlatan bir film olabilir mesela. Gün doğumuyla başlayıp gün doğumuyla bitiyor albüm çünkü. Bir gün içinde yaşananları anlatan bir film olabilir.
24 yani:P (kahkahalar)
Yağmur: Bu benim aklıma bir şeyi getirdi aslında. Albüm sırasında “Flatliners”ı çok izledim (Not: Bu kült filmde de 24’den tanıdığımız Keifer Sutherland oynar) ve albümü yaparken filmin birçok sahnesi gözümün önüne geldi. Özellikle de giriş sahnesi bu albümü dinlerken birçok sahnede vizyon olarak gözümün önüne gelir. Bir helikopter çekimi, okyanustan geliyor, gün doğuyor o sırada, şehri görüyorsunuz, kamera Keifer Sutherland’a yaklaşıyor, “Today is a good day to die” (Bugün ölmek için güzel bir gün) diyor. Bu albümde ölüm temasını çok fazla işledik. “Lost Boys”ta da böyle bir çekim var, vampirlerin gözünden.
Ferman: Film olarak “İstanbul Kanatlarımın Altında”yı da söyleyebiliriz, hem Hayyam’dan dolayı (Ömer Hayyam filmde bir karakter olarak karşımıza çıkıyordu), hem de Tuluyhan Uğurlu’dan dolayı.
Fanların seslerinin kullanıldığı bir şarkı var. Nasıl seçtiniz?
Yağmur:
Belli bir sürede sınırlandırmamız ve seçmemiz gerekiyordu. Belli kriterimiz yoktu, net anlaşılanları seçmeye çalıştık. Bu da aslında Hadi'nin (grubun menajeri) fikriydi. Güzel olur dedik. Her ne kadar bu dört senelik süreç bizim için dolu dolu geçtiyse de bizi bekleyen insanlar için sıkıcı bir süreç olmuş olabilir. Bunun amacı da bizi destekleyen insanlara selam çakmak yani.



SPA

Maskotunuz SPA albümde çok minik görünüyor. Neden geri planda?
Ferman:
Bizim kendimizde hissettiğimiz olgunlaşma, müziğimizdeki gelişimin göstergelerinden biri diye düşünüyorum. İlk albüm gibi önde olsaydı bizim hissettiğimiz değişimi çok vurgulamayacaktı. Burada bizim ön planda olup onu geriye almamız kafamızdaki değişimi simgeliyor diye düşünüyorum. Klibe de ya hiç koymayacağız ya da bu kadar az koyacağız.
Yağmur: Hiçbir albümümüzde ilk albümde önde olduğu kadar önde olacağını sanmıyorum. Albümü, şarkıları yaptıktan sonra, artwork, fotoğraf çekimleri sürecinin sonunda buna karar verdik. Başta spa'yı öldürüyoruz demedik yani. Öyle bir şey olmadı. Burada daha gerçek bir dünya var. İlk albümde tam tersiydi. Spa'nın gerçekliğinde biz hayaldik. Burada biz gerçeğiz ve bu albüm bizi anlatıyor. Spa gerçek hayattaki bir çizgi roman karakteri burada. Bir de genel olarak kendi ritüellerini, kendi geleneklerini yıkan grupları daha çok sevmişimdir. Zor ama bence olması gerekendir.

YAĞMUR EMO MU OLDU?

Yağmur:
Bir sabah kalktım ve kendimi bu şekilde buldum diyecek halim yok:) Biz hiçbirimiz modayla ilgilenen ya da imaj maker’ı olan adamlar değiliz, her şeye kendimiz karar veriyoruz. Bir de kendimle ilgili değil ama şöyle bir şey açıklamak isterim; emotional punk, emotional pop akımlarının Türkiye’de biraz yanlış yansıtıldığını düşünüyorum. Çünkü son 20 senelik bir akım bu, Fugazi’lerden falan başlıyor ve olay saçını boyayıp fön çekmekten ibaret bir şey değil. 60’ların sonunda Woodstock döneminde hippiler, çiçek çocuklar vardı. O zaman için birçok kesime onlar itici geliyordu. 80’lerin sonunda stellalar, disco çocukları vardı, glam rock’ta daha kadınsı bir imaj vardı. 90’larda da slim fit giyinip saçını uzatan abilerimiz vardı. Biz de öyleydik ama biz bol pantolon giyinip zincir taktığımızda onlar “ne lan bu haliniz” diyorlardı. Şimdi de böyle bir moda akımı var. Onları desteklemek ya da beğenmek zorunda değilsiniz ama tukaka dediğiniz zaman tutucu tarafta olmuş oluyorsunuz ve bu çok doğru değil. O şekilde gözükmek o insanın kişiliği hakkında bilgi vermemeli, önemli olan bu. Bana çıkıp da “emo olmuş” derlerse çok da rahatsız olmam, çok da önemli değil benim için.


“ŞEHR-İ HÜZÜN”ÜN İKİ KONUK YILDIZI

ALPER AGA


maNga'nın 'Evdeki Ses'i konserlerinde cover'ladığını daha önceden biliyor muydun, bir rock grubunun yaptığı bu cover ile ilgili ne düşünüyorsun?
maNga’nın ‘Evdeki Ses’i cover’ladığını ilk olarak sevgili arkadaşım Kerim Tunçay’dan öğrendim. (Kerim Tunçay, ‘90’lı yıllara damgasını vuran efsanevi Laneth ve Non Serviam dergilerinin en popüler yazarıydı. 1993 senesinde elinde Karakan demoları ile tüm plak şirketlerini dolaştı ve iş bilir (!) Unkapanı yapımcılarından “satmaz bu albüm, basmayız” yanıtını aldı. Bir süre sonra Karakan’ın da içinde bulunduğu Cartel projesi Almanya’da Polygram ile anlaştı ve grubun çıkardığı albüm Türkiye’de 500 bini aşan bir satış rakamına ulaştı. Üstelik yabancı albüm fiyatından.). Cover’ı maNga’nın bir konser kaydında dinledim ve ilk andan itibaren çok beğendim. Türkiye’de rap/rock fusion parçaları daha önce de yapıldı ama bence ‘Evdeki Ses’ şu ana kadarki en başarılı çalışma. Başka örneklerdeki gibi yapmacık bir hava yok, tam tersi gayet "real" bir parça dinlediğinizi hissediyorsunuz. Türkiye’de rap halen küçük görülüyor ve "Varoş müziği” olarak görülüyor. Oysa ki dünyanın her yerinde rap kasıp kavuruyor ve tikilerin bile tercihi haline gelmiş durumda. Rap Türkiye’de de er veya geç piyasaya hakim olacak. ‘Evdeki Ses’ coverı hem rapçilerin, hem rockçıların favori parçası haline gelebilecek potansiyele sahip. Eğlendiren, coşturan ve gevşeten bir parça.
‘Evdeki Ses’in "Şehr-i Hüzün"deki yorumu için maNga'yla bir araya gelişiniz nasıl oldu? Sonuçtan memnun musunuz?
İlk başta bu cover için bir araya geldik ama bu ilişki zamanla bir arkadaş, hatta bir abi-kardeş ilişkisine dönüştü. Bence Türkiye’nin tek gerçek "crossover / nu-metal / rap-rock", yani kısaca "rock+X" grubudur maNga. Yaptığımız cover’dan çok memnunum. Normalinde kendi yaptığım parçaları dinlemem ama ‘Evdeki Ses’ cover’ıyla antreman yapmayı alışkanlık haline getirdim. Bana inanılmaz güç veriyor. Amacım Türkiye’de rap müziğini farklı bir levela taşımak. Rap artık sadece varoşların dinlediği bir "baş kaldırış" ya da "protesto" müziği değildir. Hedefim Türkçe rap’i eğlence mekanlarına, diskolara ve club’lara taşımak. Bugün rap olarak sadece 50 Cent, Lil Wayne, Timbaland çalan mekanlar yakın zamanda gerçek Türkçe Rap parçaları çalacaklar, buna emin olun.

TULUYHAN UĞURLU

Manga'yla çalışmanız nasıl gerçekleşti?
Manga ile çalışmamız için beni arayan grubun menajeri Hadi Elazzi oldu. Hadi ile DMC ile çalışmaya başladığım 2002 yılından beri dostuz. O dönemde DMC'de yapımcıydı. Senfoni Türk ve Beyazıtta Zaman albümlerimde birlikte çalıştık. Hadi çok titiz bir insan ve ortaya çok güzel sonuçlar çıktı. Sonraları çeşitli projeler için defalarca bir araya geldik. Ama istediğimiz gibi bir şeyler yapamadık.
Nihayet Manga konusunda başladığımız projeyi sonlandırdık.
İki şarkıda gruba eşlik ediyorsunuz. Ortaya çıkan sonuçlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çalışmamızın çok başarılı olduğuna inanıyorum. Halktan da beğeni toplayacaktır. Manga benim müziğimi kendi müziği ile çok estetik ve doğru biçimde harmanladı. Birlikte iyi bir adım attığımıza inanıyorum. Şimdi bu beraberliği konserlerle pekiştirmek istiyoruz. Örneğin tarihi mekanlarda Manga ile birlikte sahneye çıkıp, yeni şeyler söylemek istiyoruz. Önümüzdeki aylar çok yeni şeylere gebe olabilir.
Onlarla çalışmadan önce grubun müziği hakkında ne düşünüyordunuz?
Çalışmadan önce de Manga'yı tanıyor, müziklerini biliyordum. Ben sırf bir iki konsere seyirci çekmek için yapılan müzikal çalışmalara karşıyım ve bu konuda bugüne kadar kimseyle çalışmadım. Manga'nın duruşu benim duruşumla yakınlıklar gösteriyor. Müziklerini belirli standartların içine yerleştirmek zor. Kendi müziklerini yapıyorlar. Sözleri anlamlı, sıradan şeylerdan bahsetmiyorlar. Popüler kültürün yarattığı bir grup değil... Kısaca Manga tanışmadan önce takdir ettiğim bir müzikal duruş sergiliyordu. Tanıştıktan sonra onları her açıdan kendime yakın buldum ve çok rahat çalıştık.

Doğu YÜCEL & İpek ATCAN
Blue Jean - Mayıs 2009

ROCK FM

ROCK BABY ROCK!

Türkiye’nin rock müzik istasyonu Rock Fm’i yerlerinde ziyaret ettik ve hem programları hem de radyoculuk ile ilgili düşünceleri hakkında sohbet ettik. Oldukça kalabalık olan Rock FM ailesi neler yapıyor, buyrun onlardan dinleyelim.


MESUT SÜRE
Rabarba (Haftaiçi 07:00 – 10:00 arası)
SÜREKLİ DAHA İYİ OLMAMI HATIRLATAN YER

Radyoculuğa 2003 yılında Eskişehir’de başladım. Önce sadece sunumlar yapıyordum, geçen sene “Sabah Problemi” diye bir programla başladım, dört ayın ardından Rock FM olduk ve Rabarba’ya başladık. Pazartesiden cumaya kadar her gün farklı isimler programda bana eşlik ediyor. Ama şöyle bir özelliği var; salı sabah biri geliyorsa, her salı o kişi geliyor. İki tanesi komedyen, bir tanesi şan hocası Pınar Büyükkara, bir tanesi gitar hocası ve bir tanesi de karikatürist. Hiçbir gün birbirini tutmuyor. Sürekli çalışmak ve daha iyisini yapmak gerekiyor.

PINAR BÜYÜKKARA
Kafa Sesi (Her Çarşamba 20:00 – 22:00 arası)
İFADE BİÇİMİM

Ben radyoculuğa Rock FM’de başladım, ondan önce böyle bir deneyimim yoktu. Benim programım bir show programından ziyade bir konsept programı, zaten şan hocasıyım ve rock vokallerine değinen bir program yapıyorum. Burası için benim ifade biçimim diyebilirim. Neden ilham alıyorsam burada var. Buradaki ortam ve dostluk çok güzel. İnsanın sevdiği ve dinlediği müziği sunması da çok ayrı bir keyif.

DİNÇER TUĞMANER
Akşam Treni (Her Perşembe 20:00 – 22:00 arası)
AİLE

Ocak ayından beri program yapıyorum. Blues – rock’n’roll içerikli bir programım var. Bu programın şöyle bir farkı var; gerçekten bir tren yolculuğu şeklinde ilerliyor, efektlerle süslü ve farklı kasabalarda farklı blues – rock’n’roll konseptleri üzerinde duruluyor. Daha önce sadece internetten bu işi yapıyordum, elime böyle bir şans geçince de iyi bir şekilde değerlendirmek istedim. Böyle bir aileye katılmak çok güzel. Ayrıca insanın biriktirdiği müzikal deneyimin bir ödülü radyoculuk.

SEZEN ALADAĞ
Longplay (Her Pazartesi 20:00 – 22:00 arası)
PAYLAŞIM

Bu program dünya rock müzik tarihinde olup bitenlere, tarzların birbirini etkileyişine bakan ve şarkılar ile grupların ilginç hikayelerini bulup çıkartan bir program. Bunun yanında da rock’n’roll kültürüne bakıp kitaplara, filmlere nasıl yansımış diye de inceliyorum. Üç farklı köşem var “Rock’n’roll Edebiyatı”, “Rock’n’roll Sineması” ve “Türkçe Rock” diye. Rock FM benim çok keyif aldığım bir şeyi diğer insanlarla paylaşmamı sağlıyor. Programım 5 – 6 aydır devam ediyor, umarım daha da uzun süre devam eder.

PINAR DEMİRKAYA
Karmarock (Her Cumartesi 16:00 – 18:00 arası)
O BENİM DÜNYAM

Program Türkçe rock üzerine. Türkçe rock dinlemekten ve Türkçe Rock adına yapılan her şeyi paylaşmaktan çok büyük keyif alıyorum. Tek konuk konsepti üzerine kurulan program benimkisi. Her hafta bir Türk grup konuğum oluyor. Hepimizin hayranlık duyduğu ünlü gruplar da olabiliyor, daha yeniler de. Onları daha yakından tanıyoruz. Rock Fm benim dünyam diyebilirim. Mikrofonun başına geçtiğim dakikalar benim için en keyifli dakikalar, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. Orada yaşayabilirim dediğim yerlerden bir tanesi.
Tavsiyeler: İlk başta müziği çok sevmek gerekiyor, sonrası geliyor zaten. İstemeleri, çalışmaları ve bir yerden başlamaları gerekiyor.


OKAN MERİÇ
Gitarist (Her Salı 20:00 – 23:00 arası)
PAYLAŞMAKTAN KEYİF ALIYORUM

2000 yılından beri bu mesleği yapıyorum. Radyo 92.3’te başladım radyoculuğa. Bulutsuzluk Özlemi’nden Sina Koloğlu’nun “Boyalı Kuş” diye bir programı vardı. Müzikleri ben yapıyordum. Çaldığım müzikler hoşlarına gidince bana ayrı bir program yaptılar. Sevdiğim müziği insanlarla paylaşmaktan çok keyif alıyorum. Rock FM tam programımın olması gereken bir radyo. Radyoculuk sadece düzgün ve akıcı konuşabilmek değil bence, yaptığın işe inanmak ve müziği iyi bilmek demek.

LORİ KASTON & İSMAİL SEVAL
12 (Her Cumartesi 18:00 – 20:00 arası)
SAMİMİ VE HAYSİYETLİ

Bizim programımızın dinamiği atışmak üzerine kurulu. Her hafta bir konumuz oluyor ve o konu üzerinden seçtiğimiz parçaları dinleyici ile paylaşıyoruz. “En gaz 12 parça”, “en iyi cover parçalar” gibi. Yaklaşık iki aydır program yapıyoruz ve taze sayılırız. Samimi ve haysiyetli müzik yapan grupları severim, samimi ve haysiyetli müzik yapan radyoları da. Türkiye’nin en samimi ve haysiyetli radyosu olduğunu düşünüyorum Rock FM’in.

METEHAN ÇAKIR
Arka Koltuk (Hafta içi 17:00 – 20:00 arası)
HAYATIN GERÇEK SESİ

Radyoculuktaki 10. senem. Radyo 92.3’te başladım. Çöl Azizleri diye bir program yapıyordum Onur Akça ve Özgür Özkan ile birlikte. Arka Koltuk’ta tek değilim, programda bir sürü partnerim oluyor dönüşümlü olarak. Dünya üzerinde samimiyetin bulunabileceği tek rock radyo istasyonu bence Rock FM. Çünkü içinde rock’a ait olan her şey var. Türkçesinden brit-pop’una, grindcore’undan metalin en uç noktalarına kadar her şey var. Tür ve grup gözetmeksizin her şeye yer veriyoruz. Ama yine de konsept radyo olduğumuz için işimiz biraz daha zor. Kolay memnun olmayan bir kitleye hizmet veriyoruz.
Tavsiyeler: Sevmeden yapılamayacak bir iş çünkü gerçekten çok meşakkatli ve çok dikkat istiyor. Çok ciddi bir kitleyi karşınıza da alabilirsiniz, yanınıza da. Kendiniz olmanız ve çaldığınız müziği seviyor olmanız lazım. Dinlemediği türü çalmak zorunda olan radyocular var ve sahte oluyor o zaman. Tabii mikrofon başına geçtiğinde çok profesyonel olan insanlar da var. Türkiye’deki radyocuların %90’ı alaylıdır diye tahmin ediyorum. Diksiyon olmalı. Sırf müziği ve o kültürü çok iyi biliyor diye düzgün konuşmadan olmaz. Telaffuz çok önemli.

İpek ATCAN
Blue Jean - Mayıs 2009

GöKÇE


BİR SÜRÜ İNSAN, TEK BEDENDE: GÖKÇE

Kendi deyimi ile “eğlenceli rock” olarak adlandırdığı “Böğürtlenli Reçel” albümü ile dinleyiciyle buluşan Gökçe; şimdi de yeni albümü “5 Kuruş Yok” ile karşımızda. Albümde; Hayko Cepkin düetinin yanısıra Esin İris’in rap vokalleriyle eşlik ettiği ve çıkış parçası da olacak olan ‘5 Kuruş Yok’ da dillere dolanacak gibi gözüküyor. Bu albümün kendini daha çok yansıttığını her fırsatta dile getiren Gökçe ile Pasaj Müzik’in Sıraselviler’deki ofisinde buluştuk. Bir yandan parçaları dinlerken bir yandan da sohbetimizi gerçekleştirdik.


Öncelikle albümün hazırlık sürecinden birazcık bahsedelim…
2008 yılının mayısında başladım hazırlığa. Bestelerin bir kısmını gitarla yaptım, iki üç tanesini davulla ritim üzerine yaptım. Tabii farklı şeyler çıktı ve Cenk Eroğlu, Alen Konakoğlu ve Burak Yerebakan gibi farklı düzenlemeciler ile çalıştım.
Albümün adı “5 Kuruş Yok” ve bu aynı zamanda çıkış parçan. Herhalde son dönemde yazdığın bir parça oldu?
Aslında ben bunu bir sene önce İzmir’de tahterevallide yazdım :) Arkadaşlarımla parktaydık ve nakaratını yazdım. Aslında tam olarak ekonomik kriz değil. Yani şöyle ki; parasız bir kesim var ve bir taraftan da paralı bir kesim var. paralı olup da parasız insanlarla aynı masaya bile oturmayanlara bu şarkı. Parası var diye kendini diğer insanlardan yüksekte görenlere. Ama tam oturdu tabii.
Bir önceki albümün “Böğürtlenli Reçel” ile bu yeni albümünü kıyasladığında dinleyiciler ne gibi farklılıklarla karşılaşacaklar?
Bir kere sound’da biraz bir farklılık var. Yine Gökçe ama ben bu son senelerde R&B çok dinlemeye başladım, Beyonce filan. Daha doğrusu dünya artık oraya gidiyor. Onların davullarından, düzenlemelerinden zevk de alıyorum. Biraz daha karıştırdım diyebiliriz. R&B var, rock var, biraz yavaş parçalarda trip-hop var. Yani içimden gelen ve sevdiğim bütün sound’ları birleştirdim. Bu albümde birinci albümde yapamadıklarımı yaptım diyebilirim. Bu albüm daha ben ve daha çok hayallerimi gerçekleştirdiğim bir albüm. Bir de söz olarak farklılıklar var. İlk albümde konsept daha çok eğlenceydi hatta “eğlenceli rock” diye bir espri yapmıştık. Aslında tam olarak rock da değildi albüm. Ama bu albümde daha çok diğer albüm esnasında yaşadıklarımı anlattım. Bu albümde bir şarkı haricinde aşk yok. Geri kalanlar ise benim içsel hesaplaşmalarım, daha hayata dair şeyler. Kısacası beni daha çok anlatıyor.
R&B’ye çok takıldığını söylemene rağmen bana bir önceki albümüne göre bir tık daha sert geldi bu albüm…
Daha sertten ziyade daha alternatif diye düşünüyorum. Bir iki parça dışında pek sert değil aslında. Karışık :)
‘Anladım ki’nin cover’ı mevcut bu albümde. Neden bu parçayı seçtin?
Ben böyle küçüklüğümden beri tek başıma balkonda, terasta, yazlıkta, içimden şarkı söylemek geldiğinde ya ‘Gönül’ü ya ‘Rüzgar’ı söylerim. ‘Anladım ki’yi da çok severdim ve konserlerde çalmaya başladık. Baktım herkes çok seviyor ya dedim acaba bir cover mı koysam albüme. Leman Sam’ı da çok severim ve sağ olsun bana hediye ettiler Aykut Gürel, Leman Sam ve Zeynep Talu.
Albümde bir de ‘Aklım Giderken’ şarkısında Hayko ile düet mevcut. Nedir şarkının hikayesi? Hayko’nun sözde, müzikte bir katkısı oldu mu?

Şarkının sözleri tamamen bana ait. Şarkı uyuşturucu ile ilgili bir şarkı. Etrafımda birkaç insanı da böyle kaybettim. Krizdi, savaştı derken böyle şeyleri unuttuk buna dikkat çekmek istedim. Hayko’yu da çok seviyorum ve bir erkekle yapmak istiyordum ama kendi tarzımda biri ile de yapmak istemiyordum. Ve çok da uydu ikimizin sesi.
‘5 Kuruş Yok’a çekeceğin klipten biraz bahsedelim, nasıl bir klip olacak? Ayrıca bu parçada MySpace’de patlayan Esin İris de rap vokaller ile parçaya eşlik ediyor…
Klip oldukça eğlenceli oldu, gittik sahte paralar bastırdık :) Bir parti sahnesi var hepimizin başından paralar yağıyor. Parasızız ama para var :) Klip para için her yolu deneyenleri anlatıyor. Çok da güzel oldu. Esin’e gelince, onda dikkatimi çeken çok ritmik ve melodik söylemesi oldu. Biraz farklı söylüyor ve bu çok hoşuma gitti.
İlk albümünden sonra aldığın geri dönüş beklediğin gibi miydi? Ve şimdi neler bekliyorsun?
İlk albümde ilk dört ay sadece fiziğimle uğraşıldı. ‘Aradım Seni’yi çok seven oldu eve tama beşinci aydan itibaren müziğimle ilgilenilmeye başlandı. Yeni biri çıkınca özellikle de kızsa bunlarla uğraşıyorlar. Tabii ki herkes gibi beni de sevmeyen bir kitle var. ama o sevmeyen kitle çok sert rock seven bir kitle. Ben de 14-15 yaşlarında öyleydim. Mesela popçuları öldürmek isterdim :) Ama ellinin üzerinde konser verdim ve bu beni tatmin etti. Şimdi ne olacağını göreceğiz. Ben şimdiden üçüncü albümün hazırlığına başladım şuan hissettiklerimden çok farklı şeyler çıkıyor yine bu sefer de piyano ile yapıyorum bestelerimi ve bambaşka müzikler çıkıyor. Bir de birbirine benzer besteleri sevmiyorum, değişik şeyler sunmayı ve şaşırtmayı seviyorum ama “Gökçe” kalarak. Çünkü çok değişince de insanlar hayal kırıklığına uğrayabiliyor.
Peki bu yeni albüm ile bir önceki albümün kitlesinden farklı bir kitle kazanacağını düşünüyor musun?
Evet, olabilir. Elektronik müzik ve R&B sevenlerinde dikkatini çekeceğini düşünüyorum. Ama birçok insanın ikinci albümlerinde daha iyi anlaşıldığını gördüm ve beni de bu albüm ile daha iyi anlayacak ve tanıyacaklar.
Bu albümü tek bir kelime ile özetleyecek olsan bu ne olurdu?
Değişkenliğim… İçimde bir sürü insan var ve daha değişik ve karışık bir müzik çıkıyor.
Bir yanda vokalistlik bir yanda davulculuk. Biri en göz önünde olan biri de en geri planda olan. Hangisi daha cazip?
Kişiye göre değişiyor. Benim birçok arkadaşım şarkıcıdan çok müzisyene önem veriyor. Yani arkada gibisin ama aslında öndesin. Hele ki bir de bayansan :) Ben söylerken çok kıpır kıpırım ve insanlarla bakışarak söylemeyi çok seviyorum davulda bakışamıyorum ama davul çalmayı çok ama çok seviyorum.
Son olarak okurlara söylemek istediklerin…
Mesela gençlere bir önerim olabilir. Belki aileleri açısından bu kötü bir şey olacak ama aileler çocukları meslek seçiminde çok sıkıyorlar. Bence ailelerine bunu anlatmaya çalışsınlar. Ben doktor olmak istemiyorum ressam olmak istiyorum diyebilsinler. Sonunda boşa geçen yıllar oluyor çünkü… Ben şuna inanıyorum bir meslekte iyi olursan, para da kazanırsın.


DAVULCU GÖKÇE ve TAVSİYELERİ

Ben davulu bırakamıyorum. Çünkü müzisyenlik farklı bir şey. Konserlerimde de bazen davul çalıyorum ama aynı şey değil. Kırk yılda bir de çalsam davulcu olarak sahneye çıkmak istiyorum. Teoman’ın basçısı Ayşegül İnci, trombonda Serra Erkoç, trompette Cana Çankaya, gitarda Seher Gül, vokalde Nilay Tezsay ve davulda benim olduğum 333 Band adında bir grubumuz var.
Davul çalmak isteyenlere gelince; bir kere başarının yarısı yetenek. Ve çok çalışmak gerekiyor. Gitarda üç akor öğrenip yüzlerce parça çalınabilir ama davulda böyle bir şey yok altı, yedi ay tik-tak metronomla alıştırmalar var ve sıkıcı. Zorluktan çok vazgeçilme sebebi bu aslında. Kadınlar ondan pek tercih etmiyor. Bide kadınlar ellerinin bozulmasını istemez ama bütün ellerim nasır :) Ben buna bağlıyorum tercih edilmemesini. Ama bir sürü kız hayranım var davula başladı ve bunu göz önüne getirmiş olmak hoşuma gidiyor.

İpek ATCAN
Blue Jean - Mayıs 2009