25 Aralık 2008 Perşembe

-MYSPACE TÜRKİYE-



DÜNYANIN BİR NUMARALI SOSYAL AĞI ARTIK TÜRKİYE’DE!
Artık teknoloji başka bir yere kaydı. Sırasıyla; “ev telefonun kaç?”, “cep telefonun kaç?”, “icq’un?”, “msn’in?”, “mail’in?” şeklinde ilerleyen sorularımız “MySpace’in var mı?”, “Facebook’un var mı?”ya bıraktı. Ve bunlar gibi birçok site, örneğin Hi5, Netlog gibi sosyal iletişim ağları da türkçeleşerek hayatımızdaki yerlerini aldı. Son bomba ise dünyanın bir numaralı sosyal iletişim ağı olan MySpace! MySpace türkçeleşmekle kalmadı Türkiye’de bir de ofis açtı. Bendeniz de hem bir MySpace çalışanı hem de 5 yıllık bir MySpace kullanıcısı olarak sizlere kısa bir MySpace turu atıracağım :)
MySpace NEDİR? KİMLER KULLANIR?
Her sosyal ağ farklı konumlanmıştır. Ve aynı zamanda da farklı yaş gruplarına hitap eder. Kimileri çöpçatanlık sitesi olmaktan ileriye gidemezken, kimileri de sadece bir cep telefonu fonksiyonu görür. MySpace ise öncelikli olarak müzik ile insanların akıllarında yer edinmiş bir sosyal ağ. Yaş grubu olarak da 18 – 35 yaş aralığı diyebiliriz. Tabii bu demek değil ki bunun altı ya da üstü yok, olmaz ve olamaz. Ama genel ortalamanın durumu budur. Fox Interactive Media Inc.’nin ve News Corporation’ın bir parçası olan MySpace, insanların arkadaşlarıyla iletişim kurması ve popüler kültürü keşfetmesini sağlayan ilk sosyal ağ olma özelliğini taşıyor. Temmuz ayından beri Beta olarak yayında olan Myspace Türkiye ise bugün 700.000 kayıtlı kullanıcıya sahip ve her ay 1.5 milyon tekil kullanıcı tarafından ziyaret ediliyor.
Aynı zamanda müzik endüstrisinin de önemli bir kaynağı olan MySpace Türkiye’de , bugün 50.000’in üzerinde Türk müzisyen ve grup bulunmakta. MySpace Türkiye; MySpace’in 31. local sitesidir. Dünya çapında 120 milyonun üzerinde aktif kullanıcısı olan bu local siteler arasında A.B.D, Brezilya, Kanada, Latin Amerika, Meksika, Avusturya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İrlanda, Hollanda, Norveç, Portekiz, İspanya, İsveç, İsviçre, Avusturalya, Hindistan, Japonya ve Yeni Zellanda gibi 30 ülke bulunmaktadır.
Peki, neredeyse 6 aydır Türkçe olarak ulaşabildiğimiz bu sitede neler değişti? Öncelikli olarak müzik ve video sayfaları Türkçe sanatçı tabanlı olmaya başladı. Bu tabii ki öncelikli olarak müzisyenler adına iyi bir şans oldu. Ama kullanıcı için çok daha iyi oldu. Çünkü; önceden müzik ana sayfasında yabancı sanatçıları görürken şimdi güncel haberlerle, sadece MySpace özel klip ve albümlerle herkesten önce MySpace kullanıcıları buluşuyor. Elbette ki daha önceden de MySpace üzerinden yapılan bu çalışmalar mevcuttu ama kaçımızın bu kadar rahat haberi oluyordu? Bunun yanı sıra videolar için de aynı mevzu geçerli elbet. MySpace Türkiye’nin desteklediği etkinlikleri de unutmamak lazım tabii ki. Yaz aylarında Electornica, Global Gathering ve Masstival ile başlayan bu çalışmalar Lenny Kravitz, Björk gibi büyük konserlerle de devam etti… Herşey bir tarafa en önemli şeylerden biri de artık çok sık kullanılan bu sosyal ağa kendi dilimizde ulaşma şansını elde etmiş bulunmaktayız. Bir yandan arkadaşlarımızla sürekli iletişim halindeyken bir yandan da yeni yeni dostlar ediniyoruz bu site sayesinde.
CANIM OFİS, GÜZEL OFİS
MySpace’in Türkiye ofisi Fox International Channels Turkey’nin bünyesinde, Beşiktaş’ta yer alıyor. Herkes MySpace’in ofisi diyince “Woow böyle kocaman ofistir şimdi sizin ki! Amma ballısınız be!” tepkileriyle yaklaşıyor ancak yanılıyorlar, hiç de öyle değil. Gayet minik bir ofiste 5 kişi olarak hep beraber MySpace Türkiye ve MySpace’in Türk kullanıcıları ile ilgileniyor ve onlar için çalışıyoruz. Peki kim bu 5 kişi? Bir işkolik ve müdürümüz de sayılan Pazarlama Müdürü Aylin Şavkan, bir diğer işkolik ve “Müzik” ile “Video” sayfalarıyla ilgilenen İçerik Müdürü Kaan Volkan, siteyi evirip çeviren ve belki de hepimizden de çok çalışan Volkan Çağsal, MySpace Türkiye kullanıcılarının derdine derman olmaya çalışan ve benim gibi bunların yanı sıra bir sürü iş daha yapan Elif Sohtorik ve MySpace Türkiye ana sayfasını düzenleyen bendeniz İpek Atcan.
MySpace’DE BİR GÜN
Bütün gün MySpace’de neler yapılıyor diye merak edenleriniz de vardır eminim. Öncelikle her hafta düzenli olarak güncellediğimiz alanlar bulunmakta. Bunlardan ilki “Müzik” bölümü. Bu sayfada sadece MySpace’lilere özel, başka hiçbir yerde yayınlanmamış yerli/yabancı albümlere, kliplere ve şarkılara ulaşabilirsiniz. Düzenli takip edildiğinde müziksever için bulunmaz hint kumaşı. Bir diğeri “Video” sayfası. Buraya hem kendi videolarınızı yükleyebilir hem de yüklenen videoları izleyebilirsiniz. Bu arada çok eğlencelidir ki bilgisayarınıza bağlı bir webcam var ise kendinizi çekerken, anında MySpace’e de yükleyebilirsiniz. Ve son olarak www.myspace.com/myspaceturkiye adresi. Burası MySpace Türkiye’nin ana sayfası. MySpace ile ilgili son gelişmeleri, fırsatları, MySpace’in de dahil olduğu etkinlikleri hem buradaki blog’dan hem de etkinlik başlğından takip edebilirsiniz. Bu renkli dünyanın kapıları herkese açık. Bu arada söylemeliyim ki Tom’u tanımıyoruz!(Evet çok sorulan sorulardan birisi ☺ ) Ve son olarak biz MySpace’deyiz, peki ya sen neredesin?

İpek ATCAN
UNIQ - Aralık 2008

-MYSPACE TÜRKİYE-


Türk MySpace ile tanışın!

Amerika'nın ve Avrupa'nın en çok kullanılan çok uluslu "sosyal ağ"ı MySpace artık Türkiye'de ve Türkçe!

Facebook çılgınlığı almış başını yürüyor olabilir fakat gerek videoları, gerek müziğe rahatça ulaşım sağlaması, gerekse de kullanıcılarına yeni 'arkadaşlıklar' kurma imkanı sunması açısından MySpace, hala web'in bir numaralı sosyal ağı olarak işlevini sürdürüyor. Dünyanın dört bir yanından gelen milyonlarca üyesiyle site, farklı dillerde 30 adet lokal ağa sahip. Bu da kullanıcılarının bu ağı, kendi dilleri üzerinden rahatça kullanabilmesine olanak sağlıyor. MySpace'in bu nimetinden son olarak Türkiye de faydalanabilecek.

Eminiz dikkatinizi çekmiştir: Mor ve ötesi, Yalın ve Yasemin Mori reklamları ile başlayan 'Türkçeleşme' artık tüm siteyi kapsıyor. MySpace üzerinde 50 milyon kadar müzisyenin profili bulunuyor. Türkiye'de ise bu sayı on binlere ulaşmış durumda. MySpace'in temel amacı -ve siteyi türevlerinden ayıran en önemli özelliklerden biri- müzik gruplarını ve sanatçıları fanlarıyla yakınlaştırıyor olması. MySpace Türkiye Pazarlama Direktörü Aylin Şavkan bu konuyla ilgili olarak "Türkiye'de de amaçladığımız şey tüm dünyada olduğu gibi işlerini ilk olarak MySpace'de sevenleriyle paylaşmayı arzulayan sanatçılarla yakın temasta olmak ki bunu yapıyoruz. Çünkü site kullanıcıları beğendikleri şeyi bir başkasına öneriyor ve bu sayede çok dağa hızlı şekilde popülerliğe ulaşılıyor," şeklinde konuşuyor.

Sitenin bir diğer özelliği ise en iyi video paylaşım sitelerinden biri olan MySpace TV. Her gün hemen hemen 70 bin video buraya upload ediliyor ve her ay 500 milyondan fazla hit alıyor. Global videoların yanı sıra Türkiye'de de her gün binlerce video siteye upload ediliyor. MySpace TV'de daha çok Türkçe videoya ulaşmak mümkün olacak. Ayrıca video listeleri de Türkçe ağırlıklı olacak. Videoların yanı sıra FX, FOXLIFE, BBC, Fashion TV gibi kanalların programlarına ve ayrıca NME ve Sports Illustrated gibi dergilerin kanallarına da ulaşabiliyorsunuz. Yakın zamanda bazı lokal kanallarla anlaşılması da an meselesi gibi gözüküyor.

Bunların yanı sıra MySpace dünya genelinde müzik organizasyonları ve özel konserler de düzenleyen bir oluşum. Birçok organizasyonda da sponsor olarak yer alıyor. Kısa süre önce gerçekleştirilen Masstival ve Electronica gibi festivallerde MySpace Türkiye kullanıcıları ile buluşma fırsatı buldu."Müzik festivalleri kullanıcı profilimize yakınlaşmak adına bizim için en ideal yer. Festivallerde sadece gerekli sayılabilecek yaygıları, glowstickleri dağıtmıyoruz. Bunların yanı sıra insanlara MySpace'in henüz keşfedemedikleri yeniliklerini de gösteriyoruz," diyor Aylin Şavkan ve önümüzdeki günlerde daha birçok festivalde yine kullanıcılar ile buluşacaklarını ekliyor.

Artık sevdiğimiz birçok sanatçının yeni şarkılarını albüm öncesi dinleme şerefine, kliplerini TV ekranlarında dönmeden izleme şansına bir adım daha yakınız. Hepsinin yanı sıra bu sosyal ağı artık kendi dilimizde kullanabileceğiz. Hal böyle olunca bu kadar çok içeriğe ve enteresan kullanıcılara sahip olan bu sitenin ortalama bir kullanıcısının ayda 242 dk'sını MySpace başında geçirmesine şaşırmamak lazım sanırım. Bunun bağımlısını da siz düşünün...

İpek ATCAN
Rolling Stone - Ağustos 2008

6 Aralık 2008 Cumartesi

-100 Derece-


Ve Karşınızda 100 Derece
2005 Yılı’nda çıkardıkları ‘Kahpe Felek’ adlı albümlerinden bu yana uzun süredir sessiz olan 100 Derece, “Güneşin Oğlu” filminin soundtrack’i ile yine gündemde. Filmin seti de sayılan Baykuş Cihangir’de hem soundtrack hakkında hem de önümüzdeki dönemdeki planları hakkında hoş bir sohbet gerçekleştirdik.

2005’te bir albüm çıkardınız ve oldukça uzun bir ara verdiniz. Bu ara süresince neler yaptınız?
Barış: Askerlik yaptık. Yeni albümün demolarını hazırladık ve ufak bir kadro değişikliği geçirdik. Ve bunlar haricinde de bir film müziği yaptık.
Onur’un gruba dahil oluşu nasıl gerçekleşti?
O: Benim bir punk grubum vardı ve konserlere hep 100derece cover’lardık. “Sabret” ile başlardık. Yine bir gün çalarken bir baktık Barış’la Uluç geldi, rüya görüyoruz zannettik. “Sabret” bittikten sonra da hemen “Napolyon” çaldık. Ardından da zaten olaylar gelişti.
Uluç: Ben de “Barış bak bizim parçayı cover’lıyorlar” diyordum :)
B: Parçayı bir yerden biliyorum diyordum kendi kendime. Ama bizim olduğunu anlayamadım.
Şuan en çok gündemde olan konunuz tabii ki Haluk Bilginer ve Özgü Namal’ın oynadığı ‘Güneşin Oğlu’ adlı filmin soundtrack’i. Nasıl gelişti bu mevzu?
B: Filmin yönetmeni Onur Ünlü albümümüzü dinlemiş. “Kahpe Felek” parçasını çok beğenmiş ve oradan yola çıkıldı. Şarkının sözleri de sanki film için yazılmış gibi bir espri oldu. Onun üzerine bu tatta parçalar yakalayabilir miyiz diye bir teklif geldi. Biz de neden olmasın diye düşünerek o parça üzerinden yürüdük. Filimin senaryosunu alıp okuduk hep beraber. Onun üzerinden birkaç şey çıkardık. Karakter üzerinden, filmin genel temasından birkaç eskiz yaptık ve hemen işe koyulduk. Üretim safhası biraz hızlı ve yoğun oldu. Heyecanlı oldu, güzel oldu. Senaryo çok güzel ve zevkli aynı zamanda da baya eğlenceli ve komik. Bizim müziğimiz de mizah ve ironi üzerine kurulu söz aldatmacaları ile dolu. Film de buna uygun bir film olduğu için paralel ilerledi.
Onur: Açıkcası ben gruba katıldıktan 3-4 ay sonra şarkıları oluşturduk ve çaldık.
B: Bizim için de çok yeni bir tecrübeydi film müziği yapmak. Birçok parça çıkardık ama sonra onları da eleyerek birkaçın üzerine yoğunlaştık. Devamında da prova, prova ve prova. Bir de benim film çekilirken filmin setinde olma gibi br şansım oldu. Oyuncuları, karakterli görmek ve o atmosferi yaşamak ayrı bir artı oldu müziği yaparken.
Sountrack’te kaç parçanız bulunuyor?
B: “Kahpe Felek” var albümden. “Rüzgar Hep Aynı Esmez”in enstrümantal versiyonu var.
O: Yeni olarak da “Mavra” diye film için yazdığımız bir parça var.
B: Özgü Namal ile birlikte de Fransız bir parça var cover, “Çapkın Kız” diye.
Özgü Namal ile çalışmak nasıldı, ne düşünüyorsunuz bu konuda?
B: Sanatın başka kolundan bir insan ile ilk defa çalışıyoruz. Sonuçta çok başarılı bir oyuncu kendisi. Daha çok bir heyecan vardı aslında çalışmada, aramızdaki elektrik nasıl olacak filan diye. Ama daha ilk provada olay tamamdı, gayet güzel söyledi. O da çalışmış evde; sözler, vokaller filan. Bu arada şarkının sözleri Ülkü Aker’e ait. Hatta bu şarkıyı eskiden de Gönül Yazar cover’lamış. Biz de kendimize göre yorumlayarak çok güzel bir iş çıkardık.
Peki önümüzdeki günler için neler planlıyorsunuz? Albüm olsun konser olsun?
B: Filmdeki “Mavra” parçasına bir klip çekilecek. Ardından bizim iki tane yeni single’ımız var. “Alacakaranlık” ve “Anlamak Lazım” isimli. Yılbaşından sonra onlara da klip çekmeyi düşünüyoruz. Bol bol da konser vermeyi düşünüyoruz tabii ki. 2009 sonu gibi de albüm düşünüyoruz. Parçalar çoktan hazır diyebilirim, çok fazla parça birikti. Biz de biran önce onu sevenlerle, dinleyicilerle paylaşmak istiyoruz. En yakın 5 Aralık’ta Kemancı’da konserimiz var.
Hani hep verilen aralarda müzisyenleri bir takım başka müzisyenler etkiler ve yön verir onlara. Bu ara dönemde sizler de birilerinden etkilendiniz mi ya da müziğinizde bir değişim yaşandı mı? Yoksa hala eski 100derece misiniz?
B: Gelişim ve değişim kaçınılmaz aslında. Hepimizin dinlediği farklı yeni şeyler var.
O: Son şarkılarımızda biraz country, rockabilly etkileşimleri var. İlk albüm daha ska’ydı ama bu ikinci albüm daha rock’n roll.
B: Reggea esintileri de var.
Son olarak 100derece üyelerinin 24 saati nasıl geçiyor?
B: Ben çalışıyorum. Arada bir içiyorum, sonra müzik dinliyor ve yeni şarkılar yapıyorum.
U: Ben spor yapıyorum, yüzüyorum, çizim yapıyorum 3D ve playstation oynuyorum.
O: Benim ise okul, iş ve 100 derece 

İpek ATCAN
Blue Jean - Aralık 2008

-SUGABABES-


DİKKATLER YİNE SUGABABES’İN ÜZERİNDE!
1998 senesinde Keisha Buchanan, Mutya Buena ve Siobhan Donaghy kurulan Sugababes, bolca gerçekleşen eleman değişiklikleri, yaptıkları hit parçalar ve gerek grupça gerekse bireysel olarak yaptıkları düetlerle kendilerinden oldukça söz ettirdiler. Şimdi de yeni albümleri “Catfights and Spotlights" ile isimlerinden yine oldukça söz ettireceğe benzetiyorlar.
Platin Plaklarla Dolu Bir Kariyer…
2000 Yılı’nda çıkardıkları ilk albüm “One Touch” ile 107,000 satan Sugababes, bu albümle altın plak almayı başarmıştı. Artık başarı mı başlarını dönürdü bilinmez bu ilk albüm sonrası gruptan ayrılan ilk isim Siobhan Donaghy oldu ve yerine Heidi Range geldi. Bu eleman değişikliği sonrasında 2. albümleri “Angels With Dirty Faces”ı kaydettiler ve İngiltere listelerinde 2 numaraya yerleştiler. Ve bu albümle de 3 kez platin plak aldılar. “Freak Like Me” ile İngiltere Müzik ödüllerinden “En iyi Dans Perfromansı” ödülünü alan grup, tüm Avrupa’da da tanınan bir grup haline gelmeyi de bu sayede başardı. 2003 Yılı’nda 3. albüm “Three”yi yayınlayan Sugababes, bu albümle İngiltere listelerinde 3 numara olurken, albüm 700,000’lik bir satış yakaladı ve 2 kez platin plak aldı. Platin plakların ardı arkası kesilmezken 2005 Yılı’nda “Taller In More Ways” adındaki 4. albümünü çıkartan Sugababes, bu albümle hem İngiltere listelerinde 1 numara oldu hem de 2 platin plak daha aldı. Aralık 2005’te gruptan ayrılma kararı alan Mutya Buena yerine de kadroya Amelle Berrabah’ı dahil eden grup bugünkü son halini aldı. Çekirdek kadrodan yalnızca bir kişinin kalmış olması her ne kadar bana her zaman garip gelmiş olsa ve nasıl olacak da tekrar olacak dedirtse de 2 yıllık aradan sonra 2007 Yılı’nda çıkardıkları “Change” albümü ile tekrardan İngiltere’de bir numaraya yerleşmeyi başardılar…
Catfights and Spotlights
Grubun altıncı stüdyo albümü olan "Catfights and Spotlights" Ekim 2008'de İngiltere’de piyasaya sürüldü ve ilk single "Girls" parçası seçildi. Hatta Aralık ayında yayınlayacakları ikinci single’ları da şimdiden belli: “No Can Do”. Toplam 15 şarkıdan oluşan albümde 12 şarkının yanı sıra 3 tane de bonus parça bulunuyor. Bunlardan biri çok sevilen “About You Now” parçalarının akustik versiyonu. Bir diğeri Taio Curz ile duet yaptıkları “She’s Like A Star” parçası ve son olarak da “Girls”ün farklı düzenlenmiş hali. Sugababes yine ortalığı kasıp kavuracağa, listelerde zirveye oynayacağa benziyor.

İpek ATCAN
Blue Jean - Aralık 2008

1 Kasım 2008 Cumartesi

-ELEMENT-


İlk olarak albümün oluşma süreci nasıl gelişti?
K: Baştan başlayayım. Biz 1995’ten beri beraberiz. Daha çok cover projeler ile Taksim’de çeşitli barlarda çalıyorduk. Daha sonra 2002-2003 yıllarında grubun ismini de değiştirerek kendi albümümüzü, kendi parçalarımızı piyasaya vermek istedik. 2002’nin başından beri uğraşıyoruz. 3-4 parçamız hazır olduktan sonra kısa bir demo çalışması yaptık ama piyasaya sürmedik. Sonra 2005’in sonlarına doğru artık iyice ciddileşmeye başlayınca olay mix’leri Serdar Öztop’un stüdyosunda kaydettik, mastering’i Tufan halletti. Başta parçaları İngilizce yapmıştık ardından Türkçeye çevirdik onları ve 2007’nin ortalarına doğru da piyasaya çıkmış olduk.
T: Aslında bir yılda da bitirebilirdik.
İsmail: Aynı zamanda askere gidenler filan oldu.
K: zaten hepimizin işi olduğu için ancak akşamları bir araya gelebiliyoruz filan derken böyle uzadı.
1995 yılından beri berabersiniz ancak 10 yılın ardından bir albüm kararı aldınız bunun sebebi nedir?
T: Piyasada bu işi yapanlar, rockçıyız diye geçinenler sinirimize dokundu bu yüzden:)
K: :) Yok ama şaka maka rock adı altında yapılan müzik biraz kirletildi gibi geliyor bize. İsim vermeye gerek yok ama televizyonu açtığımızda “biz rock yapıyoruz” diyenler ya da Rock’n Coke gibi festivaller filan. Çünkü alakası yok içeride rock çalınmıyor.
Parçaları Türkçeye çevirdiniz ama aynı zamanda İngilizce parçalarda mevcut?
K: Evet. İki tane parçanın hem İngilizcesi hem de Türkçesi var.
T: Şarkılar zaten ilk önce İngilizce olarak yapıldığı için iki tanesinin de orijinalini koyduk.
Parça oluşumları nasıl gerçekleşiyor, sözler kime ait?
K: Sözlerin tamamını ben yazdım. Besteler hepimize ait. Sadece üçüncü şarkımız ‘Yanıma Gel’ in müziğini bir bilgisayar oyunu olan Silent Hill’den aldık. Bir Japon tarafından yapılan enstrümantal, duygusal bir şarkı. Ve yine o şarkının sözlerini oyundaki hikayeye göre yazdık. Oyunda, eşi 3 sene önce vefat eden bir adam 3 sene sonra ondan bir mektup alıyor “Her zaman buluştuğumuz o romantik yerde seni bekliyorum” yazıyor ve oyun adamın eşini aramasıyla geçiyor. İlginç yani:)
T: Parça oluşumlarında ise hiç adam akıllı stüdyoya kapanıp da hep beraber bir şeyler çaldık diyemeyiz. Birimizin aklına bir şey geliyor onu kaydedip diğerine paslıyoruz. Sonra o kişi de kendi partisyonlarını ekliyor ve derken şarkı oluşuyor:)
Albümünüzün sound’undan bahsedelim birazda...
K:
albümde genel sound 80’ler yani şuanda Türkiye’de nadir, az kalmış, soyu tükenmekte olan bir tarz. 80’lere biraz geri dönmek amacıyla yaptık bide bizim yıllardan beri dinlediğimiz müzik. Hani kolumuzu kessek hard rock akacak derler ya o tarz bir yapımız var. Biz bu müziği severek çalıyoruz ve yumuşatmayı da hiç düşünmüyoruz. Gitarın, bassın, davulun ön planda olduğu bir 80’ler sound’u Avrupa’da hala olmasına rağmen Türkiye’de çok az kaldı. Yeni gençlik ağırlıklı olarak hep alternatif rock dinliyor. Yıllardır ne yapıyorsak, kendi tarzımız ne ise onu yansıtmak istedik bu albümde. Sözleri ilk başta İngilizce yapmamızın sebebi de bu aslında yıllardır hep İngilizce çaldık, 80’lerin müziği de bir Amerika’dan bir Avrupa’dan doğduğu için biz de ilk olarak bir İngilizce başlayalım dedik. Fakat daha sonra konuştuğumuz kişiler, bu işin duayenleri bize dediler ki bu albümü İngilizce yaparsanız albümünüz yerlerde sürünür mutlaka içine birkaç Türkçe parça da koyun. Bizde öyle yaptık.
Peki albümün temasından bahsedecek olursak?
K: Tabiî ki her zamanki gibi aşk var. Bunun dışında politikacıların dünyayı cehenneme çevirmesinden bahsediyoruz. O yüzden “Cehennem” albüm adımız. Bunlar dışında ölüm korkusundan bahsediyoruz. Mesela ‘Son Dakika’ isimli parçamızda ölüm korkusundan bahsediyoruz. Bir insanın bir kazadan sonra ölmek üzere son bir dakikada neler hissettiğinden bahsediyor.
İlk klibinizi ‘Cehennem’ parçasına çektiniz bu süreç nasıldı? Başka klip düşünüyor musunuz?
K:
Biraz uzun bir dönem oldu çünkü klip konusunda nasıl yapacağız, kiminle çalışacağız finansı nasıl yapılacak gibi konularla çok uğraştık. Zaten klibimiz politik temalar içerdiği için pek yayınlanmıyor.
İ: Bu birazcık piyasayı pek bilmememizden kaynaklanan bir şey.
K: Yıllardır müzikle uğraşıyoruz ama müziğin ticari kısmına hiç girmediğimiz için biraz uzadı. Yıllarca hobi olarak uğraşım birden bu kısmına geçince tam adapte olamıyor insan. Yavaş yavaş öğreniyoruz:)
T: İkinci bir klip daha düşünüyoruz ancak üçüncü henüz soru işareti.
Yerli piyasada takip edip, beğendiğiniz gruplar var mı?
T: Pentagram var benim sevdiğim.
K: Evet Pentagram, belki Cem Köksal olabilir. Onun dışında pek yok yani.
İ: Şebnem Ferah da baya iyi, özellikle son albümü.
Peki ya yabancı gruplardan etkilendikleriniz?
K: Hepimizin çok sevdiği Iron Maiden, Helloween, Kamelot, Stratovarius, Savatage...
İ: Nightwish var.
K: Evet bir Finlandiya ağırlığı var.
Albüm kapağınız oldukça ilgi çekici...
T: Albüm fikri oluştuğu anda bir kapak peşine düştük zaten. Yarı amatör ve amatör grafikerlerin çalışmalarında tarama yaptık. Ardından bir Amerikalı grafiker tarafından yapılmış ve şuan albüm kapağımız olan kapağı bulduk. Onunla irtibata geçtik, ücreti ödendi. Birebir koyulmadı biraz oynandı ama %70’i orijinal hali.
K: Dehşet havası veriyor ve bu çok hoş.
T: Evet orda karanlık bir şey var “Cehennem” adı ile uyumlu oluyor.
K: Hatta birkaç ay beklememiz gerekti çünkü kapaktaki ağlayan kızın ailesi razı olmadı, neyse ki sonradan oldular :)
“Neden Element” diye klasik bir soru sorayım:)
K: Hem Türkçe hem de İngilizce olması önemli.
T: Hem o hem de albümde bütün enstrümanlar tek tek duyuluyor, ve her birini bir element olarak düşündük. Ve grubun adını da böyle koyduk.
Müzik dışında neler yapıyorsunuz?
Kıvanç: Müzik dışında herkesin ayrıca işi var. Zaten hepimiz üniversite mezunuyuz, çoğunlukla aynı üniversiteden.
Tufan: Evet, hepimiz ayrı ayrı işlerde çalışıyoruz. Müzik hepimizin ortak hobisi sadece.

İpek ATCAN
Blue Jean - Eylül 2007

-JUSTIN TIMBERLAKE-


‘BYE BYE BYE’DAN ‘UNTIL THE END OF THE TIME’A...
Bizim küçük Justin Timberlake büyüdü N’sync’den kanatlanıp uçtu kendi ayaklarının üzerinde durabileceğini çıkardığı 2 solo albümle hayranlarına ve tüm müzik camiasına gösterdi. ‘Justified’da o kadar başarılı oldu ki bir sonraki albümü merakla beklendi. Araya 4 yıl girdi ama Justin hep ekranlardaydı. Hem sevenlerini bırakmadı hem iyi işlere imza attı hem de yeni albüm çalışmalarına devam etti bu 4 yıllık süre içerisinde... Eh meyvelerini de bir bir topluyor ne dersiniz?
YARDIMSEVER JUSTIN
Justin kariyerinin zirvesine doğru koşar adımlarla çıkarken, aynı dönemlerde beraber yola çıktığı, bir zamanlar beraber olduğu eski sevgilisi Brtiney Spears ise aynı hızla yere doğru çakılmaya başladı. Tabii hepimizin bildiği gibi bu sırada Britney’nin evlenip 2 çocuk yapıp ardından da boşandığını es geçmeyelim. Yaşadığı bunca problem bir yana, herkesin Brtineye arkasını döndüğü bu düşüş döneminde Justin’in Brtiney’nin elinden tutmak istemesi, beraber parça yapmayı önermesi ama Brtiney’nin bu teklifi elinin tersiyle itmesi herhalde önümüzdeki yıllarda Brtiney’nin tekrar saçlarını kazımasına neden olacak cinsten bir vaka. Eh Justin’de ne yapsın, son sürat yoluna devam etti.
DVD + ALBÜMÜN TEKRAR BASIMI YOLDA
Geçen sene bu zamanlarda çıkarmış olduğu “FutureSex/LoveSounds” albümü o kadar büyük bir yankı uyandırdı ki Justin bu bir senelik sürede o ödül töreni senin bu ödül töreni benim şeklinde koşturup durdu. Senesi doldu ki bu seferde bir DVD çıkarma kararı aldı. “FutureSex/LoveShow: Live From Madison Square Garden” adını taşıyan DVD Ağustos ayında New York’ta vermiş olduğu konserin yanı sıra sahne arkası görüntüleri, röportajları ve kendi yorumlarını da içeriyor. Bu DVD’nin yanı sıra son albümü tekrar edit edilmiş haliyle 27 Kasım’da müzik marketlerde olacak. Albümün bu halinde Beyonce ile beraber söylemiş olduğu ‘Until The End Of Time’ parçası da yer alıyor. Bu arada söylemeden geçmeyelim Justin Timberlake de Facebook’taki yerini aldı. Official sanatçı sayfasında diğer Justin fan’leri ile irtibata geçebilir ve fotoğraflar yükleyebilirsiniz.

Justin’den Haberler

• İtalya’da çocuklar tarafından verilen Italy’s Kids Choice Ödülleri’nde ‘En iyi uluslar arası sanatçı’ dalında aday gösterildi. Ödüller 1 Aralık’ta verilecek. Kategorideki diğer isimler ise Avril Lavigne, Green Day ve Hilary Duff şeklinde.
• Justin People dergisi tarafından sen seksi erkek seçildi.
• People Choice Ödülleri’nde ‘favori erkek sanatçı’, ‘favori hip-hop parçası’ ve ‘favori pop parçası’ dallarında aday gösterildi. Ödüller Ocak ayında verilecek.

İpek ATCAN
Blue Jean - Aralık 2007

-METİN TÜRKCAN-


BENİMLE ÇALAR MISIN?

Şebnem Ferah ve Pentagram'dan tanıdığımız Metin Türkcan yeni bir grup kuruyor. Metin dışındaki grup üyeleri amatör kişilerden oluşacak. Şanslı isimler bu ay internet üzerinden seçilecek

Metin Türkcan, birlikte çalıştığı her iki ismin de albüm için konserlere ara vermesinden dolayı içindeki sahne ateşini sürdürmek üzere yeni bir grup kuruyor. Biraz da Metin Türkcan'dan detay alalım...

Öncelikle böyle bir proje nasıl ortaya çıktı? Ne zamandan beri düşünüyorsun?

Ben 86’dan beri yani gitara basladığımdan beri herşeyi kaydettim, kaset, disket, cd durum vahim yani.. Neyse bunlar da son 5-10 senedir tıngırdarken kaydedilmek istenen arkadaşlar...

Bana çok uzun zamandır ısrar eder durur yakın çevrem, ben de gerek Şebo gerek Pentagram yoğunluğu ve da orgazmik doygunluğu nedeniyle erteleyip dururum. Azcık da çekinir ve de utanırım... İkisi de albüme girme aşamasında, uzun bi süre sahne gözükmüyor. Farkettim ki sahneye cıkmadan duramıyorum, eee ne yapalım yapcak birşey yok bunları çalıp söyleyeceğiz.

Projende neler düşünüyorsun? Kurulacak olan grup için bir isim düşündün mü?

Albüm vs. çok sonraki ve kolay işlemler... Önce bir çalalım bakalım ne olacak. Sonra diğerleri eğer olacaksa ben istemesem de olur, ya da istesek de bazen olmayacaksa olmaz. Deneyip göreceğiz..

Biraz disgrace kafası oldu ama galiba daha donanımlı bi durum var. Eğer diğer grup arkadaşlarımın aklına cillop bir isim fikri gelmezse elimizde “metoboy” ismi hazırda var... Metoboy gitar benden daha ünlü cok şeker bir şekilde : ))

Bildiğim kadarıyla 6 ay kadar Şebnem Ferah ve Pentagram konserlere ara verecekler ve albüme yoğunlaşacaklar. Tekrar o çalışmalar başladığında bu projene devam edecek misin?

O konuda menajerimle görüşmeden cevap veremem. Olay şimdiden büyüdü bir sürü danışmanım var. Yanlış bir şey dersem kızarlar : ) Şaka bir yana hiç düşünmedim.. “lets see” diyorum.


İpek ATCAN

Blue Jean - Kasım 2008




28 Eylül 2008 Pazar

- FOMA -




FOMA’DAN ÇOK SES GETİRECEK ALBÜM

Bundan yaklaşık sekiz ay kadar önce FOMA’nın çıkaracağı ilk EP hakkında da yazmıştık. Geçen sayıda da yeni çıkacak olan albümle ilgili ilk haber yine Blue Jean’deydi. Nisan ayında çıkarmış oldukları EP elbette ki çıkacak olan bir albümün habercisiydi ve beklenen an geldi, FOMA’nın ilk albümü Ekim sonu itibariyle müzik marketlerdeki yerini alacak.

Adı “ALBÜM”

Çıkarmış oldukları EP’deki parçalardan “İnsafsız”a çektikleri klip, katıldıkları tv programları ve yazılı basından takip ettiğimiz; Evren Uysal, Tanju Eren, Murat Tümer ve Batur Yurtsever’den oluşan FOMA grubu bir yıldır üzerinde çalıştıkları albümlerini Deneyevi Stüdyoları’nda gerçekleşen yaklaşık iki aylık kayıt sürecinden sonra yayınlamaya hazır. ‘ALBÜM’ adını taşıyan albümlerinin Mix, mastering ve sound tasarımını yine Finlandiya’daki dünyaca ünlü Finnvox Stüdyoları’nda gerçekleştiren grubun dinleyicilerine hazırladığı sürprizler de yok değil...

Sürprizlere Hazır Olun

Deneyimli müzisyenlerin çıkartacağı bir albüm olması bir yana dursun “ALBÜM”deki üç farklı parçaya eşlik eden üç farklı isim de dikkatleri çekiyor. Bunlardan ilki trompetiyle parçayı alıp bambaşka yerlere taşıyan caz virtüözü İmer Demirer. “Hayır Diyemedim” adlı parçada trompetini konuşturan İmer Demirer’in bir rock grubu ile gerçekleştirdiği ilk çalışma. İnsan bu parçayı dinledikten sonra resmen üzerine başka bir şey dinlemek istemiyor. Kendisini ve yaptığı işleri takip etmenizi öneririm, gördüğüm en acayip müzisyenlerden biri. Kendisiyle ilgili bilgilere www.myspace.com/imerdemirer adresinden ulaşabilirsiniz.

Bir diğer önemli isim ise hepimizin çok yakından tanıdığı, dünyaca ünlü grup Apocalyptica. Yoğun dünya turnelerinin arasında iki gün ayırıp Helsinki’ye dönen ve 8 dakikalık bir parça olan “Opus 8” için kolları sıvayan grubun da katkısıyla şarkı görkemli bir senfonik şölene dönüşmüş. Christina Scabbia (Lacuna Coil), Ville Valo (H.I.M), Lauri Yiönen (Rasmus) ve Adam Gontier (Three Days Grace) gibi dünyaca ünlü isimlerle de düet yapan grubun FOMA ile gerçekleştirdiği bu çalışma yurtiçinde ve internette takip ettiğim kadarıyla yurtdışında da oldukça ses getireceğe benziyor.

Son olarak, albüme katkısı olan en genç isim ise “3. Köprü” parçasının intro’sunda çaldığı flüt ile Ece Su Tümer.

Kasım ayında güzel bir konserle albüm lansmanını gerçekleştirmeyi planlayan grubun aynı tarihlerde ‘ALBÜM’den çıkaracakları ilk klipleri de ekranlarda dönmeye başlayacak. Gerçekleştirdikleri iş birlikleri ve albümdeki prodüksiyon kalitesiyle oldukça ses getireceğine şimdiden kesin gözüyle bakılan FOMA’yı kaçırmamanızı tavsiye ederiz. Demedi demeyin:)

www.myspace.com/fomaband

PERTTU KIVILAAKSO (APOCALYPTICA) RÖPORTAJI

Bu sene uzun sürecek bir turnedesiniz. Turne nasıl geçiyor? Bu turne boyunca en favori konseriniz hangi ülkede gerçekleşti?

Perttu: Evet neredeyse her yerde konser verdik! Gerçekten harika aynı zamanda da zor bir turne ve devam edecek... Son olarak Amerika’da festivaldeydik, Amerika’da 35 konserimiz daha olacak. Bir turne de İngiltere’de gerçekleşecek. Sonrasında turnemiz hemen hemen tamamlanmış olacak. 150 konserin ardından... Şimdilik :) Çünkü yılbaşı tatilinin ardından yine devam edeceğiz. Favori yerime gelince; Helsinki, kendi şehrim... Orada konserden sonra evime yürüyorum. Diğer yerlerde olmak ile kıyaslayınca bu en güzeli.

Günümüz müzik endüstrisi hakkında ne düşünüyorsun? Hem kendi ülkeniz Finlandiya açısından hem de dünya geneli için?

P: Kendi içinde zayıf, kötü ve kesinlikle ölüyor! İyi müzik yapılıyor ya da yenilikçi ve ilginç çalışmalar var. Ama herkes için genel problem iş koşullarının hızlı bir şekilde çöküyor olması. Birçok grup vazgeçmek zorunda kalıyor, plak şirketleriyle anlaşma yapamıyor. Plak şirketleri birleşiyor, bütün çalıştıkları insanları işten çıkarıyorlar ve durup önceki 50 – 100 isim yerine sadece birkaç olaya odaklanıyorlar. Bu gerçekten çok kötü. Şuanda Latin Amerika’nın durumu Finlandiya’dan daha kötüdür belki ama zaten Finlandiya her zaman daha küçük bir piyasaya sahip oldu hala da minicik... Tek düşman da internetin kendisi değil. Örneğin MySpace sanatçıların çalışmalarını insanlarla paylaşması için harika bir araç. Asıl problem albümler satın alınmayıp da çalındığında başlıyor. Bizi bu kızdırıyor.

Türkiye birçok ilde birçok konser verdiniz. Türkiye hakkında ne düşünüyorsunuz? Yakın zamanda tekrar Türkiye’ye gelmeyi düşünüyor musunuz?

P: Tabii ki! Türkiye’deki hayranlarımızın bize tepkisi her zaman çok iyi oldu! Ve bir dahaki sefere zamanımız ne zaman uyarsa geleceğiz.

Dünya piyasasından birçok isimle birçok başarılı çalışma gerçekleştirdiniz. Son olarak da Türkiye’den FOMA grubunun albümünde bir parçada çaldınız. Bu çalışmayı nasıl buldunuz?

P: Bu çalışmayı gerçekten çok ilginç buldum çünkü bu çalışma kesinlikle benim ve bizim daha önce yapmış olduğumuz çalışmalardan farklıydı... Daha önce Şebnem Ferah’la bir çalışma gerçekleştirmiştik onda daha çok Türk ezgisi vardı fakat FOMA ilginç bir şekilde Avrupa’nın diğer yerlerinden de bir çok müzikal unsuru bir araya getirmiş. Ve tabii ki bu parçaya (Opus 8) biraz finli-karanlık-melankolik çello partisyonları eklemek beni mutlu etti. Sonucu çok beğendim ve bir gün bu parçayı FOMA ile beraber çalmak gerçekten harika olacak!


İpek Atcan

Blue Jean - Ekim 2008

- SEX PİSTOLS (Finlandiya/Helsinki Ice Hall) -


KONSER ŞAHANE GERİSİ BAHANE
Bir gün birisi bana Sex Pistols konseri izleyeceğimi söylese hadi canım derdim, birileri getirecek de izleyeceğiz... Nerde... (Bilmam anlatabildim mi?) Ama ne şanslıyım ki Sex Pistols’ın Helsinki Ice Hall’daki performanslarını izleme şansım oldu.
Sex Pistols’ın Yaşı Yoktur
Konsere iki saat kala gittiğimiz ve soğuk Finlandiyalı organizatör tarafından karşılandığımız ilk dakikalar oldukça sıkıcı geçeceğe benziyordu Amacım sadece Sex Pistols izlemekken prosedür gereği ön grupları da izlememiz gerekmişti. Biraz etrafa bakmak biraz da insanları görmek için içeri girdiğimde gördüğüm manzara karşısında şok oldum “7’den 77’ye” tabiri hiç bu kadar yerinde olmamıştır herhalde. Genç, yaşlı herkes sahnedeki Finli grubun şarkılarını bir yandan ezbere söylerken bir yandan da deli gibi hareketliydi. Zaten bu manzara karşısında Sex Pistols esnasında yaşanacakları az buz kestirebiliyorsunuz...
Ve Sex Pistols Sahnede
Herkes sahnenin arkasında Sex Pistols yazısına odaklanmış hep bir ağızdan “Sex pistols, Sex Pistols” diye bağırırken Johnny Rotten, Glen Matlock, Paul Cook ve Steve Jones birden sahnede beliriverdi. Basına sadece ilk 3 parçada fotoğraf çekme hakkı verilmişti ben de o kadar profesyonel fotoğrafçı arasına elimdeki minik fotoğraf makinam ile dahil oldum. Maksat babaları en önden izlemekti. 3. şarkıya doğru artık Rotten’ın neredeyse burnunun fotoğrafını çeken fotoğrafçılar Rotten tarafından sahne önünden kovuldu. Ben de tribündeki yerime geçtim. Hazır gaza gelmiş etrafa sataşırken ben ve benim gibi tribünde oturanları da es geçmedi elbet ve “k.çlarınızın üzerinden kalkın ve sahaya inin” şeklinde çağrıda bulundu. Saha içinde kopan alkış ve saha içine inenler gerçekten görülmeye değerdi. “God Save The Queen” ve “Anarchy in the UK”de tam da tahmin ettiğim gibi tüm spor salonunu yerinden oynattı ve seyirci bir saniye olsun yerinde durmadı, duramadı. Rotten politik ve dini atıflarda bulunmayı da ihmal etmedi. “Bush’un İran’da işi ne, Rusya’nın Gürcistan’da işi ne?”, “Hadi Allah’ı yüceltelim, hadi İsa’yı yüceltelim, Hadi Buddha’yı unutalım” sözleriyle dini alet ederek savaşan politikacı ve destekçilerine sevgiyi unuttukları mesajını verdi. Sürekli seyirciye sataşma halindeki Rotten bir ara kendi göbeğini göstererek Helsinki’ye uygun bir insan olduğunu ve göbeğinin bira içmekten o kadar şiştiğini söyledi. Sigara içmenin yasak olduğu konser alanında iki kere sigara molası veren ve sigaranın zararlarından bahseden Rotten bir ara kendisine tüküren seyirciye “Senin AIDS’ine ihtiyacım yok i.ne” diye çıkıştı ve yine herkesin çığlık çığlığa bağırmasına neden oldu. Konser bitiminde seyircinin yoğun ilgisine dayanamayarak 2 kez bis yapan grup teker teker tüm tribünlere ve saha içine dönerek seyirciyi alkışladı ve duydukları minneti gösterdi. “No Fun”, “Belsen Was a Gas”, “Pretty Vacant”, “Bodies” ve “No Feeling” gibi birçok parçalarını çalan Sex Pistols, Helsinki’de şahane bir performans sergiledi. Sahnede bir Punk tanrısı gibi olan Rotten ve gitarda grubun lokomotifi olan Glen Matlock gerçekten de harikalardı. Geçen seneler sonunda grupta değişen tek şey sanırım biraz göbeklenmiş olmaları:)

İpek Atcan

Blue Jean - Ekim 2008

- FINNVOX STÜDYOLARI (Helsinki) -


Metalcilerin ve Rockerların Kabesi: Finnvox!
En çok görmek istediğim ülke hep Finlandiya olmuştur. Hatta neden bilmiyorum ama sanki orda doğmuşum da sonra yanlışlıkla Türkiye’ye düşmüşüm hissi de vardır bende. En sonunda hem biraz tatil hem de FOMA’nın çıkacak olan albümünün mix ve mastering’leri için oraya gidebildim. Uçaktan inene kadar “eh kesin bir aksilik olur da gidemem ben, biliyorum” şeklinde kendi kendime konuşuyordum. Ama sonra bir baktım ki aa Helsinki havaalanındayız. Otele gidip, eşyalardan kurtulup, yorgunluğu bir kenara atıp Helsinki sokaklarında yürüme planları yaparken ben bir taksi geldi ve bindik...
Finnvox’tan Sıcak Bir Merhaba
Takside etrafın güzelliğini seyrederken, derinlerden gelen Judas Priest “Breaking The Law” parçası ile kendime geldim, iPod’umu açık unutmuş olmalıyım diye düşünyordum ki o da nesi, ses taksi şöförünün cep telefonu melodisi… Evet doğru ülkedeydim. Taksiden indiğimizde karşımda koskocaman Finnvox’u gördüğümde epey bir şaşırdım, ben otele gidiyoruz zannederken meğer Finnvox’a gidiyormuşuz. Stüdyoda bizi 25 yılı aşkındır orada çalışan ve stüdyonun müdürü olan Risto Hemmi karşıladı. Stüdyonun 1965 Yılı’ndan bu yana faaliyette olduğunu düşünürsek; Risto da emir başlardan biri diyebiliriz. Planlar dahilinde olmayan bu Finnvox ziyaretimizde Risto ile bol bol sohbet ettik ve bana uçsuz bucaksız ve labirente benzeyen stüdyoyu gezdirdi. Asıl buluşmamız hem röportaj hem de fotoğraf çekimi için iki gün sonra gerçekleşecekti ve kafamda “Helsinki’de yaşamak ve Finnvox’ta çalışmak istiyorum” düşünceleriyle stüdyodan ayrıldım :)
Finnvox’ta Birgün…
İki gün çabucak geçti ve kendimi yine Finnvox’ta buldum. Son derece keyifli bir stüdyo, gitmeden once içerisini son derece lüks ve aimış bir dekorasyınla düşünüyordum ama gittiğimde gördüm ki hiç de öyle değil. Bir kafeteryası var ki baya eski moda koltuklar, ufak bir tv ve içeride kim olduklarını bilmediğim iki yaşlı adam olimpiyatları seyrediyor… Derken Mika Jussila’nın Stüdyo D’de mastering yaptığını öğrendik ve yanına gittik. Mika’nın üzerinde Nightwish t-shirt’ü olması bir yana odası da buram buram Nightwish kokuyordu. Gerek fotoğraflar, gerek pass’ler… Sadece Mika’nın kullandığı bu stüdyo Finnvox içerisinde gördüğüm en güzel stüdyolardan biri hatta birincisi diyebilirim. Amorphis, Apocalyptica, Charon, Children Of Bodom, Doro, For My Pain, H.I.M, Lacrimas Profundere, Lordi, Moonspell, Nightwish, Poison Black, Sabaton, Sonata Arctica, Stratovarius, The 69 Eyes, Sentenced ve To/Die/For gibi birçok (evet, oku oku bitiremediniz) grubun masteringlerini gerçekleştiren Mika ile hem müzik piyasası hem de Finnvox hakkında güzel de bir sohbet gerçekleştirdik. Müzik piyasası sadece burada değil orada da yerlerde sürünüyormuş, gruplar kayıt için, album çıkarmak için orada da akla karayı seçiyormuş. Öncelikle onu öğrenmiş oldum. Bu aralar Türkiye’den bir sürü mail alıyorlarmış mix ve mastering için. Tanıdık bir isim çıkar diye heyecanla sordum ancak henüz bilmediğimiz birkaç isimdi. Bu arada öğrendim ki Nightwish’in klavyecisi Tuomas Holopainen’in de yeni bir grup projesi varmışhatta şu sıralar kendi homestudio’larında Mikko Karmila (kendisi kayıt ve mix konusunda uzman) eşliğinde kayıtlara başlamışlar. Mika, internet sayesinde işlerin daha da kolaylaştığını söylemeden edemedi ve sık sık Türkiye’den gelen her talebe açık olduklarını da dile getirdi. İnterneti özellikle söyledi çünkü grupların yollayacağı bir parçaya ücretsiz olarak mastering yapıp yine internet yoluyla geri yolladığını anlattı. Böylece beraber çalışıp çalışmamak konusunda da karşılıklı daha iyi bir fikir alışverişi gerçekleştirebildiklerini belirtti. Ben derim ki bu fırsatı kaçırmayın. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim Mika bugüne kadar yaklaşık 75.000 şarkının masteringini gerçekleştirmiş artık kaç album siz hesabedin :)
Veda Vakti
Mika ve Risto ile harika sohbetler geçirdik. Stüdyodan ayırlmadan önce de ayak üstü Mikko Karmila ile tanışabildim. Kendisi sürekli yoğun, beraber çalışabilmek için en az 6 ay önceden haberleşmeniz ve tarih almanız gerekiyor. Ayrılık vakti geldiğinde herkesle vedalaşıp karşılıklı teşekkürler edip, bir daha görüşebilme temennileri ile stüdyodan ayrıldık. Şahane bir ormanın içinden şehir merkezine gitmek için otobüs durağına doğru yürüdük. Otobüs tam kalkmak üzereydi ki yetiştik. Belediye otobüsünde Metallica “Nothing Else Matters” çalıyordu… Mika’nın üstüne basa basa “Metal müzik artık bizim folk müziğimiz oldu” dediği aklıma geldi ve yine düşüncelere daldım:)

www.finnvox.fi adresinden Finnvox ile ilgili daha birçok bilgiye ulaşabilirsiniz.

RİSTO HEMMİ RÖPORTAJI

Öncelikle Finnvox’un tarihçesinden bahsedebilir misin?

Burası oldukça uzun zamandır faliyette olan bir stüdyo ilk kayıt 1965 senesinde gerçekleştirildi. Zaman değişiyor, ekipmanlar değişiyor ve şimdi eskisine nazaran ok daha fazla stüdyoya sahibiz. Aynı yapı içerisinde 8 odamız var. Birçok tarzda çalışmalarımız var. Heavy Metal’den klasik müziğe kadar çok geniş bir yelpaze…

Ama benim bildiğim ve duyduğum kadarıyla daha çok metal müzik konusunda ön plana çıkmış durumdasınız?

Evet tabii ki ama bu bizim işimizin sadece bir parçası. Nightwish ve H.I.M gibi dünyaca ünlü Finli gruplar kayıt, mix ve masteringlerini burada gerçekleştiriyorlar. Ama söylediğim gibi aslında bir çok tarzda çalışıyoruz :)

Çalıştığınız bu dünyaca ünlü gruplarla yaşadığınız sizin için unutulmaz olan anlar var mı? Ya da gizli anılar:)

Tabii ki gizli hiçbir şey yok burada :) Ama iyi ekipmanlarımız, stüdyolarımız, akustiğimiz, mikrofonlarımız ve bunun yanı sıra iyi ses mühendislerimiz ve prodüktörlerimiz var. Bu sebeple burada hep iyi sonuç elde ediyoruz. Burada yaptığımız işte yapabileceğimizin her zaman en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Ve genelde de başarılı oluyoruz:) Tabii ki Finli grupların günden güne dünyada daha da popüler olduğunu görmek bizim için çok sevindirici.

Şuanda Türkiye’den FOMA grubunun mix ve masteringlerini yapıyorsunuz. Daha önce de Türk gruplarla çalıştınız Türk rock müziği hakkında ne düşünüyorsun?

Öncelikle şunu söylemeliyim ki dünyanın başka ülkelerinden gruplarla çalışmak her zaman çok hoş ve dünyanın birçok yerinden de iş geliyor. Tayland ve Yeni Zellanda bunlardan birkaç örnek. Ve her ülkenin müziği kendine has bir karaktere sahip. FOMA’ya gelince gerçekten böyle parçaları duyuyor olmak çok sevindirici. Son derece modern bir hard rock diyebilirim. Albümde çok güzel parçalar var her ne kadar sözleri anlamasamda kulağa çok hoş geliyorlar

Türkiye’deki rock müzik ile Avrupa’daki arasında nasıl bir fark görüyorsun?

Tabii ki rock müzik uluslararası bir müzik. Nerede dinlersen dinle benzer şeylere sahip ama önceden de söylediğim gibi çok ince nüanslar var arada. Yine de davul partisyonları olsun, gitarlar olsun hepsi her yerde aynı. Bunun yanındaki yerel farklılıklar da genelde müziği hoş kılıyor.

Son olarak eklemek istediğin birşey var mı?

Daha önce de söyledim ama farklı farklı işler yapmak, farklı farklı ülkelerle çalışmak gerçekten çok güzel. Bu işi yapmayı gerçekten çok ama çok seviyorum.

İpek Atcan
Blue Jean - Ekim 2008

3 Temmuz 2008 Perşembe

- MEHMET MURAT SOMER -


BÜYÜK ADIM 2009’DA!
Zaman zaman yurtdışında da oldukça uzun zaman geçiriyorsunuz. Romanlarınızda en çok nereden besleniyorsunuz?
Artık emekliyim Allaha şükür param pulum da var, soğuk havayı da sevmem sıcak havalarda başka yerlerde olmayı tercih ediyorum. Daha önce Hürrem Sultan’ın hayatının senaryosunu da yazmıştım ya da 17 tane başka film senaryom var yani öyle düşünmüyorum. İçimden gelen birkaç şey vardır sentezlenmiş. Ama tümüyle kurmaca sonuçta... Şöyle söyleyeyim ben düşünsel yazan biriyim. Başkalarıyla kıyasladığımızda bende yaratıcılık kadar mühendislik de var. Yani hesap kitap da yapıyorum yazdıklarım içerisinde. Keza Hop-Çiki-Yaya serisinde de öyle. Tamam, içinde yaratıcılık var, espri var kabul ediyorum ama işin büyük bir çoğunluğu da hesap kitapla düşünerek ortaya çıktı. Travesti karakterin başrole gelmesi de bir hesap kitaptı. Dünya edebiyatında da kadın ve erkek dedektifler var. Yakın zamanda da biseksüel eğilimi olanlar, lezbiyen ve gay’ler de çıktı ki sayıca az değiller ama transeksüel ya da “transgender” dediğimiz farklı kılıklara girebilenler yoktu. Yani bunlar hesap ve kitapla ortaya çıkıyor. 70’lerin sonundan, 80’lerden beri tanıdığım hatta bazıları da yakinen olmak üzere tanıdığım travestiler var ama bu kitaptakiler onlar değil. Bu kitaptaki kahraman tamamen hoşa gitsin diye yaratılmış bir kahraman. Yani bir dolu meziyetleri ve yetkinlikleri var. Pek çok yönden gelişmiş ve incelmiş. İnsanların kendilerine daha yakın bulup çabucak sahiplenecekleri bir karakter. Bu da amaçlarımdan biriydi. Genellikle medya ki bu sadece Türkiye’de değil travestileri marjinal ve toplumun kenarındaki karakterler olarak yorumluyor. Suça meyilli, fuhuştan başka çaresi olmayan, hafif aklı kıt ya da cani yapılı insanlar olarak gösteriyorlar ve bundan çok rahatsızım. Sadece travestiler için değil, bu tip marjinal gruplar için yapılan bu tip yaklaşımların hepsinden rahatsızım. Ama travestiler bunların başında geliyor. Pek çok filmde veya polisiye kitapta varsa bir marjinal, travesti ya da eşcinsel genelde suçlu onlar çıkıyor sonunda “Kuzuların Sessizliği” de bir örnek. Öyle de olabilirler ama hepsi olmak durumunda değil sonuçta onların da tercihleri var. Belki bizde de en rafine semtlerden birinde, dört duvarın arasında veya arkadaşlarıyla gittiği kulüplerde böyle yaşayanlar olabilir. Hepsini kaldırım boyutuna indirmememiz lazım. Bu nedenle bunun zıttı bir şey yaratmaya çalıştım. Hop-Çiki-Yaya Polisiyeleri serisinin tümünde de bizim “Beyaz Türkler” diye adlandırdığımız kesimde buluşturdum bütün suçlu karakterleri. Yani negatifi pozitif, pozitifi de negatif yaptım.
Travesti hikayelerini kullanma sebebiniz genelde bu anlattıklarınız mı yoksa başka sebepleri de var mı?
Genel olarak bu tabii ki. Yani kahramanlarımın hepsi farklı... Gönül gibi neredeyse varoşa yatkın, konuşması bile biraz tuhaf olan “köylü” bir karakterim var ya da Buse gibi kontes gibi yaşayan karakterim...
Sokakta görülüp tanınmak, popüler olmak... Ne düşünüyorsunuz?
Sokakta tanınan bir ünlü olmak fikri bana pek iyi gelmiyor. Öyle olsa hayatı yaşamak ve içinde olmakta zorluk çekiyor olabilirdim. Yani içinde olup görünmez olmak ya da biraz silik kalıp dönen her neyse onun içine katılmak ya da rüzgar nerden esiyorsa onun içinde gitmek gibi fırsatları kaçırmak istemem. Çok sosyal biri değilim herhalde onun da etkisi var. İyi oynarım ama sosyal değilimdir. Ben kendimi çok severim, yalnızlığımı da çok severim. Size küçük bir anekdot anlatayım benle ilgili bir fikir verir size. 2007 kışına kadar Brezilya’da Rio De Janeiro’da geçirirdim zamanımın büyük bir kısmını. Plajı çok severim ve günümün çoğu orda geçiyordum. Bir gün İngiliz bir uçuş görevlisi gelmişti. Plajda herkesle konuşuyordu ve son derece sosyaldi. Bir gün plajda tenha, kitap okuyorum, kulağımda da müziğim var. Sonra o geldi baktı elimde İngilizce bir kitap bir şeyler anlatmaya başladı. Kulağımdaki kulaklığı çıkardım ve dönüp ona “Özür dilerim çok sosyalize olma havamda değilim, sevmem.” dedim ve kulaklığı geri taktım. Ondan sonra plaj yavaş yavaş dolmaya başladı ve o İngiliz uçuş görevlisi herkse parmağıyla beni gösterip “Biliyor musunuz bu bana ne yaptı! Bu bana ne yaptı!” diye beni herkese şikayet etti. Ben gocunmadım. Beni sokakta tanıyanlar da olduğunda “Özür dilerim, ben o değilim” filan diyorum bazen...
KEŞKE ÖYLE BİRİ OLSA
Kitaplarınızda karakterler çok gerçekçi spesifik isimler var mı etkilendiğiniz?
Çok yan karakterlerde birileri var. Ama ana karakterlerde yok. Bilinçaltım elbette sentezlemiştir ama başkahramanlar yani ilk 10 kişi tümüyle yapay. Bir dolu şeyden etkilendim. Türk filmlerini seyrederken etkilendiğim replikler, yabancı filmlerden anneanneme kadar pek çok karakterden bir şeyler var içinde. Belki onları zekice çok iyi uydurmuşum ve bunlar gerçek gözükmüşler. Benim başkahramanım Burçak ki adı beşinci kitapta çıkacak, onun gibi birisi yok, keşke olsa ama benim tanıdığım birisi yok.
Türkiye’de çıkan polisiye romanlar hep yabancı polisiyelerle kıyaslanır ve genelde başarısız bulunur. En azından bu tarz konuşmalar çoktur. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Aslında düzgün polisiyeler var ve bir kısmı çok da yeni değil. Kültür farklılıkları ve edebiyat çaplarına baktığımızda bana çok makul geliyor polisiye romanlarımız. Diğer taraftan baktığımızda romanımız da şiirimiz çok gümbür gümbür mü ya da kaç opera besteleniyor her sene ki kaç tane polisiye romanı çıkması hafifseniyor? Kültür böyle bir şey... Bir Anglo-Sakson kültür ya da bir Fransız kültürünün beslendiği yapıyla kıyaslamamız biraz zor. Onlarda bu tür kitaplar 200 yıldır yazılıyor bizde ise 50 yıldır yazılıyor. Bilemedin 70 yıldır... Bence gayet başarılı ki dünyada da ilgi çekiyor. Yabancı dile romanı çevrilen bir tek ben değilim Celil Okyar, bildiğim kadarıyla yenilerden Alper Canıgüz var ki bayılıyorum sadece iki kitabı var ama bence geleceği gayet parlak bir polisiyeci. Ve bunlar dünyada da ilgi çekiyorlar. Yani ben gerilik görmüyorum. Edebiyat bireysel bir şey... Yani bir yazarın bir kitabı iyi olunca geriye kalan 15 kitabı da iyi olacak diye bir şart yok. Agatha Christie’nin de her kitabı bence en harika olan “On Küçük Zenci” kitabı gibi değil.
ORHAN PAMUK TÜRK EDEBİYATINA VERİLMİŞ BİR ÖDÜL
Düşündüğümüzde yurtdışında kitapları basılan çok sayılı isim var ve siz de onlardan birisiniz. Yurtiçinde ve yurtdışında kitaplarınız için aldığınız tepkiler nasıl?

Yurtdışındaki açılışın ve başarının bence çok büyük bir mimarı var o da benim menajerim ve yazarlık ajanım Barbaros Altuğ. Bu başarının büyük bir bölümü de aslında ona ait. Çünkü ben kitapları yazdım ve kitaplar buradaydı. Dişiyle, tırnağıyla kazıyıp Penguin’e kadar götüren ise Barbaros Altuğ’dur. Ona tekrar kocaman bir teşekkür.
Yurtdışından şuana kadar aldığım tepkiler gayet olumlu, lakin büyük piyasalarda yaygın çıkışım 2009 başı gibi olacak. Fransa’da, İspanya’da, İtalya’da yayınlandı. Büyük pazardan bir tanesi olan İngiltere’de mayıs ayı gibi başlayacak ve 2008’in sonunda da Amerika’da Penguin Yayınları’ndan çıkmaya başlayacak. Tabii başka bir sürü ülke var Polonya, Macaristan... Mesela Frankfurt kitap fuarında Amerikalı bir ajan hanımın söylediğini söyleyeyim, “Bu kitaplarla Nobel almazsınız Orhan Pamuk gibi ama çok zengin olabilirsiniz ve insanları çok eğlendireceğinizden eminim.” dedi. Bu da benim amaçlarımdan biri, insanların okurken keyif alması. Türkiye’de keyif biraz daha az alınıyor. Kitap okuyan sayısı zaten az bir de her şeyde bir önyargı var. Yani ilk başlarda korkuluyordu ama büyük ilgiyle karşılandı. ‘Peygamber Cinayetleri’ni basmak konusunda ben yayınevleriyle sorun yaşadım ama sonrasında İletişim Yayınevi’yle bastık. Adı ve içeriğinden dolayı bir takım çevrelerin tepkisini çekeceğimiz düşünüldü. Keza ‘Buse Cinayeti’ kitabında da aşırı milliyetçi yapılanmanın içinde olanlar var. Ama herhalde onlar okumadılar. Ya da önemsemediler. Yani okuyanlar genelde çok sevdik, çok eğlendik gibi tepkiler veriyorlar.
Peki, genel olarak Türk yazarlar için ne düşünüyorsunuz?
Valla ben Orhan Pamuk’a çok hayranım. Ve onun sayesinde benim yurtdışı kapımın daha çok aralandığı düşüncesindeyim. Yani Orhan Pamuk’un başarısı Türk edebiyatına verilmiş büyük bir ödül, büyük bir onur ve büyük bir şanstır. Bir dahaki Nobel Ödülü’ne kadar... Öncelikle Türk edebiyatına ilgiyi yönelttiği için çok önemlidir bu başarısı. Ama onun dışında çok var sevdiğim yazarlar. Gençlerden mesela Alper Canıgüz’e bayılıyorum. Hasan Ali Toptaş, İhsan Oktay Anar, Ayşe Kulin... Yelpazenin farklı yerlerinden çok sevdiğim yazarlar var.
Sevmedikleriniz?
Çok... 20’li yaşlarıma kadar vazife niyetine başladığım kitabı sonuna kadar okur, filmi sonuna kadar izlerdim ama artık öyle bir huyum yok. Belli bir noktasına geldiğimde hala beni sarmadıysa bırakıyor ve unutuyorum. Merak da etmiyorum. Zaman içinde daha komformist oldum, kendi değerlerime daha çok yaklaştım zaten hedonistik yapıda birisiyim. Hayatım daha çok keyif almak, zevk almak üzerine kurulu. İzlediğim ve okuduğum şeyleri ne kadar çok takdir edersem edeyim sıyrılabiliyorum ondan. Takdir duygumla zevk almak duygumu ayırmayı öğrendim. Bazı şeyleri çok takdir edebiliyorum ama bu onu seveceğim anlamına gelmiyor.
EN BAKİR KİTABIM
“Buse Cinayeti” kitabını kitaplarınız arasında nerde görüyorsunuz?
“Buse Cinayeti” bu seri için yazdığım ilk kitap, o anlamda ilk göz ağrım. Diğer taraftan da en amatör, en bakir kitabım. Bunu niye söylüyorum; kaygım vardı, hiç hesap kitap yapmadan aklıma geldiği gibi bir şeyleri deşmeden yapmıştım. Karakterlin çoğunu ilk olarak ortaya çıkarttığım, tepkiler en çok gördüğüm ona göre birilerini asıldığım, geliştirdiğim kitap bu.
Kitaplarınızda müziğe de oldukça yer veriyorsunuz...
Ben yıllarca müzik eleştirmenliği de yaptım genellikle barok müzik ve opera üzerinedir. Klasik müzik konusunda Türkiye’deki iyi arşivlerden birine sahibim ve de epey de iyi bilirim. Genellikle klasik müzik ağırlıklıdır zevkim ama pop’u da bilirim. Mesela günümüzde enteresan bulduklarım ilgimi çekiyor ama hip-hop çekmiyor mesela. Bir kısmı bana gerçekten birbirinin aynısı gibi geliyor ama mesela Britney Spears’a gerçekten hayranım. 21. yüzyılın starı olduğuna inanıyorum. Bende DVD’si olan sayılı insanlardan biridir. Benim starlık kavramımı karşılayabilen birisi, çağın ötesinde. Madonna’nın varlığı da bana çok çok iyi geliyor. Mesela Tarkan ne zaman star oldu? Kimse yapmazken kıllı göğsünü açıp şıkıdım şıkıdım dans ederek oldu. Ondan sonra ondan daha güzel vücutlu, daha iyi dans eden oğlanlar çıktı ama hiçbiri o olmadı. Çünkü artık bir nokta öteye geçilmesi gerekiyor
Size çok sorulan bir soru ama ben de sormak istiyorum nedir bu 27 yaş olayı?
Ben tutarlı biriyim. 27 çok güzel bir yaş, 27 iyiydi... Ben öteki yaşları biliyorum, öncesini ve sonrasını onları deneyimledim. O yüzden 27’de karalıyım. Ve bana tutarlılık olarak geliyor. Ayakkabı numaram, boyum değişmiyor... Pek çok şeyim değişmiyor yaşım da değişmiyor. Seneye sorun hepsinin cevabı yine aynı olacak... 1959 doğumluyum ve hala 27 yaşındayım.


İpek Atcan
Sabah Kültür Sanat - Mart 2008

- MUSTAFA KEÇELİ -


Miller Music Factory’nin ‘Alternatif Rock’ kategorisinin bu seneki birincisi Mustafa Keçeli “Butik Rock” olarak da tabir ettiği sound’u ile önümüzdeki aylarda karşınızda olacak

Müzikle olan ilişkisine ilk olarak 1998 Yılı’nda Gripin’den Birol’un da dahil olduğu Yankı adlı grup ile başlayan ve bu grupla beraber Radyo Boğaziçi’nin düzenlediği müzik yarışmasında 5 dalda verilen ödüllerin 4’ünü alan Mustafa Keçeli, 10 yılın ardından bu kez de Miller Music Factory’de ‘Alternatif Rock’ kategorisinde birincilik kazandı.

Yarışmaya katıldığı dönemlerde bir yandan da bu sene Ekim ayı gibi çıkarmayı düşündüğü albümün çalışmalarını da sürdüren Mustafa Keçeli “Albümüm neredeyse bitmek üzereydi yarışmalara her ne kadar fazla ilgim olmasa da Bedük gibi iyi isimler çıkaran Miller Music Factory’i takip ediyordum. O sıralar Kaan Düzarat geldi ve benimde katılmamı söyledi, son gün parçayı yetiştirdik,” şeklinde anlatıyor yarışmaya katılma dönemini. “İyi bir iş yaptık ve bunun dikkat çekeceğini biliyorduk. Amerika ve Avrupa’da olan ama Türkiye için yeni bir sound’a sahip.” Üniversite yıllarını kendini eve kapayıp müzik yaparak geçiren biri için oldukça gergin bir süreç olduğunu da “İlk üçe gireceğimi tahmin ediyordum bu da sahneye çıkmam demek. Bayadır sahne almadığım için oldukça gerilmiştim,” şeklinde dile getiriyor.

Teoman’ın “Renkli Rüyalar Oteli” albümünden de tanıdığımız Mehmet Cem Ünal, Mustafa Keçeli’nin ortaokuldan beri arkadaşı olan bir isim, albümünün de prodüktörlüğünü üstleniyor. Albümde iki parça da Kaan Düzarat’ın prodüktörlüğünde yapılmış. Albümün sound’unun yanı sıra duygusunun da farklılık içerdiğini sık sık dile getirirken “Sözler oldukça naif ve optimist. Hayatta her şey acı ve depresif değil, ben öyle olmadığına inanıyorum. Herkes aşkın acısını binlerce kere anlatmış, ben farklı bir şey yapayım istedim. İstemek bir yana zaten bunu hissediyorum. Derinliği olan şarkılar da var elbet ama genelde sözler iyimser,” diyor. Muse, Led Zeppelin, The Beatles gibi isimleri oldukça sevdiğini ve eğer benzerlikler varsa bunun kötü değil aksine dolu dolu ve iyi bir sound’a sahip olmak olduğunu üstüne basa basa söylüyor. Aynı zamanda reklam müziği de yapan ve seslendiren Mustafa Keçeli, bu sene Kristal Elma’ya katılacak ve oradan da ödül bekliyor. Şimdilik en yakın konseri 5 Haziran’da Galatasaray Lisesi’nde yapılacak olan ve mor ve ötesi’nden önce çıkacağı festival.

Söz ve müziği tamamen Mustafa Keçeli’ye ait olan albüm 10 yıl içinde yapılan 50-60 kadar şarkının elenmesi sonucu oluşturulmuş ve kaydı 1 sene sürmüş. “Ben mükemmeliyetçi biriyim ve her yaptığım şey olabildiği kadar iyi olsun diye düşünüyorum. Albüm 1 senede kaydedilince ben bile tamam oldu dedim. Oldu ve hakikaten mükemmel oldu.”

İpek Atcan
Rolling Stone - Haziran 2008

29 Nisan 2008 Salı

-CEZA-


Öncelikle albümündeki parçaların sözlerinden bahsetmek isterim sanırım hepsi bir cevap niteliği taşıyor mesela ‘Sen Oyna Dilber’ parçasında Yaşar’a bir laf var sanki?
Kime ne gerekiyorsa ona cevap verdim. Bizim ülkemizde bu müziğe çok fazla saldırı var biraz at gözlüğü ile takıldığı için insanlar ve önyargı olduğu için maalesef yıkamıyoruz bunu. Bizde tabii ki müziğimizle cevap vermek durumunda kalıyoruz. Yaşar bir programda “Bunalıma girersem rap müzik yaparım.” demişti. Yani bu herkesi aşağılayan bir şey bizde bunu hakaret olarak algıladık. Ama bende onun gibi playback gitar çalıp televizyona çıkmıyorum yani ve ona bir cevap verdik.
Bütün parçalar hakkında tek tek bilgi alsam?
Bu albümde çok sitem var aslında çünkü ben yıllardır içimdekileri pek fazla dışarı vurmadım hep bir mesaj verme durumu oldu parçaların içeriğinde ama son zamanlarda çok fazla üzerimize gelinmeye başladı, odak noktası olduk Türkiye’de. Benim albümüme fazla örnek çıkıp da piyasayı etkileyemedi maalesef. O yüzden birçok şeye cevap oldu bu albüm.‘Kemerini Bağla’ giriş parçası ve bütün albümde anlatılmak istenen şeylerden alıntılardan oluşuyor. Albümün çıkış parçası olan ‘Yerli Plaka’ yaşadığım ve şuanda bulunduğum durumu anlatıyor. ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’ parçasını Sezen Aksu’yla beraber söyledik. Bu şarkı da hayatımla ilgili. ‘Şaşkın Oğlan’ parçasını Ayben’le beraber söyledik. Bu şarkıda da hani belli özelliği olan acayip tipler vardır ya onları tasvir ettik ve öyle yazdık. Birine değil de birilerine daha çok. ‘Sen Oyna Dilber’ parçasını anlattım zaten. ‘Dark Places’ parçasını Tech N9ne ile beraber yaptığım bir parça onda da kendi yaşadığımız bölgeyle, kendi yaşadığımız toplumla ilgili sorunları, şikayetleri anlatıyoruz. ‘Orientjazz’da da Sammy Deluxe ve Afrob var aynı zamanda Türkiye’den Sahtıyan. Sammy Deluxe 2002 yılında Avrupa’nın en iyi rapçisi ödülünü almıştı Almanya’da. Almanya’daki rapin boyutlarını değiştiren bir eleman yani ordaki rap müziğin kalitesini yükselten ve herkes tarafından saygı gören bir insan. Hamburg’da bir konserimizde tanıştık, Afrob’la da aynı şekilde. Bu biraz daha eğlenceli bir parça oldu aslında. ‘Efkar Perdesi’ biraz daha gençlere yönelik bir parça oldu. Daha çok gaza getirmek için, kendi yaşadığımız şeylerden pay çıkararak daha dik, daha ayakta durmamızı anlatan bir parça. ‘Hadi Bize Bağlan’ da Eko Fresh, Killa Hakan ve Summer Cem var. Bu da eğlenceli bir parça yine kendi yaşadığımız ortamlardan bahsediyoruz bunda da. ‘Fark Var’ parçasında rock soundu var biraz daha fazla ki bu tarz çalışmalara devam edeceğim akustik olarak çalışmak çok hoşuma gidiyor. ‘Gece Gündüz Karışmaz’ parçasını buradaki genç arkadaşlarla beraber yaptık. ‘Önce Kendine Bak’ parçasında toplum içindeki bölünmeler ve Avrupa’nın yaptığı faşizm ve rasizm ile ilgili söylemler var. ‘Gene Elde Mendil’ parçasını konuştuk zaten. ‘Acı Biber’ parçasında iki rapçiye cevabım var onlar biliyorlar. ‘Hiza ve Nizam Yok’ parçasında yine müziğimizde ayrım yapan gençlerle ilgili. ‘Ne Benim’ parçasını dinlemek gerekiyor. Herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bir parça. Bütün herkes için yaptım bunu hatta klip çekmek istiyorum. Üçüncü klip olabilir ikinciyi de Sezen Aksu ile beraber olan parçaya düşünüyorum.
Peki ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’ parçasının söz yazımı nasıl oldu? Sezen Aksu’nun söylediği kısımları yine sen mi yazdın?
Ben ilk önce ona kendi yazdığım bölümleri verdim, müziği de vermiştik zaten sağ olsun o da beğendi ve kendi söyleyeceği kısımları kendisi yazdı.

‘Dark Places’ parçasında beraber çalıştığın Tech N9ne ile nasıl bağlantıya geçtin? Tech N9ne; Eminem ile Tupac Shakur ile parçalar yapmış biri bu süper bir şey olsa gerek?
Ben özellikle son birkaç senedir çok dinliyorum, etkilendim oldukça. Uzun süredir rap dileyemiyordum zaten ama çok etkiledi beni çok yaratıcı, rapin ötesinde şeyler yapmaya başladı. O yüzden bir bağlantıya geçelim dedim çok benziyoruz diye düşündüm hem anlatılan şeyler bakımından hem stil bakımından mail attım. Türkiye’de yaşadığımdan ve albüm yapacağımdan bahsettim. Albüm yollamamı istediler, yolladım ve beğenmiş ki normalde herkese parça yapmıyor. Çok seçici bir insan. Amerika’daki EMI ile konuştuk Tech N9ne nasıl yaptı diye şaşırdı onlarda.
Sahne almış olduğun Rock’n Coke festivalinde bir kesim rockçılar sen sahnedeyken sana hareket çekmişlerdi. Ama sen albümündeki ‘Fark Var’ parçasında rock soundunu kullandın ve Cenk Turanlı, Ersin Çağlayan ve Mehmet Yaranona gibi isimlerde çalıştın. Bu yine bir cevap niteliği mi taşıyordu? Ve bu tepkiler için ne düşünüyorsun?
Sonuçta insanların görgü meselesi dediğim gibi nasıl yetiştirildiysen insanları nasıl görüyorsan dışarıya da böyle yansıyor ki toplumumuzda her şekilde ayrıldığımız için yani Cimbom-Fener, alevi-sunni ya da Kürt-Türk olarak ayrıldığımız için müzikte de ayrılmaya başladık. En son yapılması gerek olay bence bu. Sonuçta müzikte bir ayrım yapılmamalı burada savaşmanın ya da insanları birbirinden ayırmanın, saygısızlık yapmanın hiçbir anlamı yok bence. Hepimizin bu alternatif kültürleri seçmemizin nedeni aynı. Aynı havayı soluyoruz aynı sistemlerde eziliyoruz ama müziğe gelinince birbirlerini ayırıyorlar. Sokakta “sen bol pantolon giyiyorsun.”, “senin saçın uzun.” Diye kavga ediyorlar. Ben genç yaşta rock müzikte seçebilirdim, bu bir şans meselesi. Politikacıların yapamadığı şeyi biz müzikte yapmaya çalışırken gençler çok daha fazla bölünmeye başladılar. Tamam dinlemeyebilirsiniz sevmeyebilirsiniz hatta nefret edersiniz ama verilen tepki bence çok yanlıştı. Özellikle o kitle G8 zirvesi yapılırken dünyanın her yerinde rockcılar sokaklara dökülüp anarşi yarattılar Türkiye’dekiler ancak barlar sokağında içip takıldılar. Hepsi için demiyorum bunu kesinlikle. Gençler Türkiye’de neye karşı olduklarını bile bilmiyorlar, ne hissettiklerini bile bilmiyorlar. Yüzyıllardır Anadolu toplumunda olan önyargı devam ediyor ki rockın ilk baştaki amaçlarından biri özgürlük ve barıştı yani. Ama bizim toplumuzda her yerde olduğu gibi festivallerde de bu örnekleri görüyoruz maalesef ama ben işimi yapmaya devam edeceğim insanlar saygı gösterir ya da göstermez. Hayatta yapabildiğim en iyi iş bu ama bazen tepkiler çok saçma gelebiliyor ve ben de çok ağır tepkiler verebiliyorum sokakta olsun ya da başka bir yerde. İşte o yüzden insanlar çatışmasınlar tamam beğenmiyorsan kafanı önüne eğer geçer gidersin. Hayatımda hiçbir sanatçıya durup dururken sataşıp laf atmadım, saygısızlık göstermedim ve insanlardan da bunu bekliyorum açıkçası.
Katılmış olduğun hiphop festivali Splash nasıl geçti?
Çok iyi geçti. Mtv’den Hiphop D’ye kadar olan hiphop magaziniyle ilgili bütün basın kuruluşlarıyla bağlantıya geçtik. Onlar bizi tanımış oldular, röportajlar yaptılar. Dünyaca tanınan rapçilerle tanışma fırsatımız oldu backstagede. Uluslar arası anlamda birçok bağlantılar kurmuş olduk bu benim için çok önemli. Bide konsere çıkıp dilinizi hiç duymamış insanlara şarkı söylemek ve onun karşılığında saygı görmek, alkışlanmak ve “bir daha” diye bağırttırmak insanları çok büyük bir zevk.
Bide daha underground olduğun dönemlerde seni sevenler artık sevmiyor en azından birkaç arkadaşımda böyle bir örneğe rastladım bu konuda ne düşünüyorsun? Popülerlik kötü mü sence?
İnsanlar bazen sevdiği sanatçıyı,sevdiği kişiyi paylaşamaz bende yıllar önce sevdiğim, saygı duyduğum sanatçıyı reklamda ya da farklı bir sanatçıyla gördüğüm zaman üzülüyordum. Ama aynı olay sizinde başınıza gelince anlıyorsunuz. Benim istediğim çok fazla insana ulaşabilmek, müziğimi dinletebilmek bu olunca da popülerlik kaçınılmaz. Benim hayatımda enerjimi dışarı vurabileceğim tek şey müziğim yani karşılığını alamasam zaten çok fazla bir şey yapmama gerek kalmıyor. Ben Üsküdar’da doğdum, büyüdüm birçok arkadaşım farklı yollara saptı ama müziğim sayesinde ben o yüksek enerjiyi dışa vurabildim. bu kötü bir şey değil ama insanların bunu anlayabilmesi için biraz düşünmeye ve zamana ihtiyaçları var. Ben Blue Jean vasıtasıyla bütün gençlere bölünmesinler demek istiyorum. Birbirlerinin müziklerini dinlemiyorlarsa bile saygı göstersinler. Sokakta birbirlerine laf atıp “Küpe takıyorsun.” “T-shirtün şöyle” diye birbirlerine girmesinler kesinlikle. En önemlisi bu. Dediğim gibi kültürlerin hepsine saygım var özellikle rock kültürüne Türkiye’de çok köklü bir geçmişi var ve ne kadar zorluklar çekildiğini de biliyoruz. Moğollar’dan, Barış Manço’dan, Erkin Koray’dan beri geçirilen büyük bir dönem var. Bizde daha yeni yeni girmeye çalışıyoruz bu işin içine. Bizimde bunu seçme nedenimiz aynı rock seçen gençlikle. Geniş düşünsün insanlar.


İpek Atcan

Blue Jean - Ekim 2006

-Hellogoodbye-


İlk duyduğumda ismi için “hayırdır geliyor mu, gidiyor mu hehe” şeklinde espri yapmış, bu espriyi yapmış oluşuma inanamamış ve kendimden mümkün olduğunca en uzağa kaçmak istemiştim. O an kimse duymamıştı bu şahane(!) esprimi, en azından o açıdan içim rahattı. Geriye sadece kendi kendimle barışmam kalmıştı onu da hallettim, kendimi böyle kabullendim ve sizlerle de paylaşayım dedim:) Ardından dalga geçtiğim isimlerini The Beatles’ın “Hello, Goodbye” şarkılarından aldıklarını öğrendiğimde ise “helal” dedim kendilerine ve buradan tebrik edip bir de alkışladım.
Kaliforiya’daki Huntington Lisesi’nden arkadaş olan bu birbirinden komik dört tip, bir o kadar da eğlenceli olan müziklerini 2001 yılında icra etmeye başlamışlar. İlk başlarda vokalist Forrest Kline ve klavyeci Jesse Kurvink evdeki bilgisayarlarında pop parçalar kaydederek kendilerini ve arkadaş çevrelerini eğlendiriyorlarmış. Ardından basçı Marcus Cole ve davulcu Aaron Flora’nın da katılımıyla “ee hadi bari ortaya bir şeyler koyalım”a dönmüş olay. ‘Parachute” adını taşıyan EP’lerini çıkarmaya karar verdiklerinde Kline ellerindeki tek kopyayı yanlışlıkla yakmış bu nedenle ilk EP’lerine “goodbye!” demek durumunda kalmışlar. 2002 yılına gelindiğinde ise hala bir albüme sahip olmamalarına rağmen bölgelerinde bol bol konser vermeye başlamışlar ve 2004 yılı itibariyle de Kaliforniya’da indie müzikte bir dev sayılabilecek Drive-Thru Records ile anlaşma imzalayarak daha da profesyonel anlamda müzikle içli dışlı olmaya başlamışlar. Ama hiçbir şekilde hiçbir şeylerine karıştırtmamışlar. Kayıtlarından artwork’lerine, posterlerinden merchandise’larına kadar her şeylerini kendileri yapmaya devam etmişler. Davulcuları Flora yerine Chris Profeta’yı alarak ik EP’leri ‘Hellogoodbye’ı çıkmış ve ilk klip parçaları “Call n’ Return”u de yayınlayarak huzura ermişler...
Aslında düşününce uzun süredir beraberliği olan bir grup değil ancak geçen senin sonunda çıkarmış oldukları “Zombies! Aliens! Vampires! Dinosaurs!” adını taşıyan ilk albümleri ile indie piyasasına bomba gibi düştüler. Sözlerin hepsi Kline’a ait olan bu albümde iki parçada da klavyeci Kurvink sözlere eşlik ediyor. “All Of Your Love”, “All Time Lows”, “Here (In Your Arms)” ve “I Saw It On Your albümdeki Keyboard” gibi parçalarına özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Dinlemeye ilk başladığımda “bu da nesi?” diyip, ilerleyen dakikalarda oturduğum yerde sallanmaya ve hatta kalkıp dans etme isteğine kadar beni götüren bir albüm kendisi. Eğer Panic At The Disco! Ve Fall Out Boy gibi grupları seviyorsanız tabii bir de üstüne eğlenmeyi seviyorsanız dinlemeden geçmemeniz gereken bir grup.


İpek ATCAN

Blue Jean - Eylül 2007

-NATALIE IMBRUGLIA-


Birçoğumuz Natalie Imbruglia’yı 1997 Yılı’nda çıkarmış olduğu ‘Left Of The Middle’ albümünden yayınlamış olduğu “Torn” parçası ile tanıyoruz. Klip o kadar sık dönerdi ki tv’de her çıktığında televizyonu son ses açar gözümü kırpmadan izlerdim. Ki hala o şarkı aynı etkiyi yaratmakta. Çevreme bakıyorum da onlar da benden pek farklı sayılmazlar.
İtalyan bir baba ve Avusturyalı bir annenin dört çocuğundan biri olan Natalie ileride başarılı bir şarkıcı olacağını zaten küçük yaşlarda belli etmiş. Daha 14 yaşındayken alışveriş merkezlerinde, okullarda kendi kendine konser verip izleyenlerin tüm ilgisini çekmiş. Aynı zamanda dans ile de ilgilenen Natalie 16 aşında liseyi bırakıp oyunculuğa adım atmaya karar vermiş ve şansına bir dizide de rol kapmış. Neighbours adını taşıyan bu dizi herhalde çok ballı bir dizi olacak ki Natalie Imbruglia bir yana birçok ünlüde ordan çıkmış ki bunların arasında Kylie Minogue, Danni Minogue, Holly Valance ve Delta Goodrem gibi isimler de bulunmakta. Sanırım bu tip atılımlarda oldukça hırslı olmak gerekiyor ki şöyle bir baktığımızda Natalie Imbruglia’da bu konuda örnek teşkil edecek isimlerden biri. Çünkü o kadar küçük yaşlarda bu işlerle uğraşmaya başlıyor ve ardından diziden ayrılıp Londra’ya daha iyi işler yapmak ve müzikle uğraşmak adına taşınıyor. Eh buda kolay olmasa bir karar olmasa gerek.
İlk albümü ‘Left Of The Middle’ ile 1998 Yılı MTV Müzik Ödülleri’nde “en iyi yeni sanatçı” ödülünü alan Natalie, yine aynı albüm ile 1999 Yılı’ndaki Grammy Ödülleri’nde üç ana dalda aday gösteriliyor ve albümü 9 milyondan fazla satıyor. Başta bahsetmiş olduğum “Torn” parçası da listelerde zirveye oynuyor ve 90’lı yılların en unutulmaz parçalarının arasına giriyor. Müzik hayatına bu kadar hızlı ve başarılı bir giriş yapmasına rağmen 3 yılda hazırlayarak 2001 Yılı’nda çıkardığı ikinci albüm ‘White Lilies Island’ da başarı bir yana başarısızlık elde etti. Ne çıkardığı single’lar ne de albümün tamamı... Hiçbir şekilde başarı elde edemedi. Her sanatçı gibi o da uçarak gerçekleşen bir yükselişin ardından kanatların kırılması sonucu oluşan bir düşüş yaşadı. 2003 Yılı’nda bitirdiği ama plak şirketinin “bu çok rock bir albüm olmuş ayrıca radyolara da uygun değil” demesi üzerine 2005 Yılı’nda çıkardığı üçüncü albüm ‘Counting Down The Days’ de ilk albümün başarısını yakalayamadı ancak yine de tekrardan yavaş yavaş kanatlandığının göstergesi oldu. O senenin en çok satan 100 albümü arasına girdi ve tekrardan Londra’da sold-out olan konserler verdi. Aynı yıl gaza gelmiş olacak ki “evet bir kere yaptım yine yaparım” diyerekten dördüncü albümün çalışmalarına başladı.
Ancak bu seneye geldiğimizde bir fikir değişikliği ile sanat hayatının 10. Yılı’nı kutlamak adına “Son 1 senedir yani albümüm için sözler yazıyor, şarkılar hazırlıyor ve kaydediyorum. Geçen 10 yılıma bakında kutlamak adına bir single koleksiyonu çıkarıp bunu kutlamak istedim.” diyerek bir best of çıkarmaya karar verdi. ‘Glorious: The Singles: 1997-2007’ adını verdiği albümde eski parçaların yanı sıra “Glorious”, “Be With You”, “Amelia”, “Against The Wall” ve “Stuck On The Moon” adını taşıyan beş adet de yeni parça bulunmakta.
Ne olursa olsun; başarılar, başarısızlıklar... Natalie tartışmasız son on yılın en başarılı kadın sanatçılarından biri. Bizler bu best of albüm ve beraberindeki beş yeni parça ile oyalanaduralım, henüz adını koymadığı ve çalışmalarına son sürat devam edip 2008’in başında çıkarmayı planladığı albüm Natalie Imbruglia severler için yolda.


İpek Atcan

Blue Jean - Ekim 2007

-ÇİLEKEŞ-

TEKRAR ZIPLAMAYA HAZIR OLUN
İlk albümlerini çıkaralı 2,5 sene oldu ve herkes yeni albüm çalışmasını bekliyor ve sonunda mutlu haberi hep beraber aldık: Çilekeş yeni albüm çalışmaları içerisinde... Bu albüm öncesi bir röportaj yapalım dedik ve Maslak’taki fotoğraf stüdyosunda bir araya geldik. Görkem Karabudak işlerinden dolayı katılamadı ancak Ali Güçlü Şimşek, Cumhur Avcil ve Gökhan Şahinkaya ile beraber keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
İlk olarak ardı ardına birkaç klip çektiniz? Herkes tarafından garip karşılandı? Neden bu kadar çok klip çektiniz?
Cumhur: Aslında işler başta planladığımız gibi işlemediğinden dolayı ardı ardına geldi klipler. “Siyah”ı Nisan-Mayıs gibi çekmiştik. Ancak yayınlanması yaşadığımız bir takım aksiliklerden dolayı sonbahara kaldı. “Kürar”ın klibi de aynı şekilde oldu. Şubat ayında BGM’de verdiğimiz konserin görüntülerinden yapmıştık. Ve sonuç olarak ikisinin de benzer zamanlarda çıkma durumu oldu bizde bekletmeyelim dedik. Asıl düşüncemiz “Kürar”ı daha önce yayına sokmaktı ama bu aksiliklerden dolayı sırada da yer değişikliği olmuş oldu.
“Siyah” klibinin çekimlerinde hayranlarınızı kullandınız, nasıl oluştu bu fikir?
C: Klibin sonunda bir performans bölümü olacaktı, millet toplanıp konsere geliyor filan. Performanstan ziyade daha iç içe bir ortam olması için bir takım seyircilerin olması gerekiyordu bunun için de en iyi tercihin bizim fan sitemizden gelecek insanların yer alması olduğunu düşündük. Daha şık bir hareket gibi geldi bize. Klipte aynı zamanda “Hakimiyet” adlı kısa filmden görüntüler de kullandık.
Peki, yeni albüm çalışmaları nasıl gidiyor? Hangi aşamadasınız?
Ali: Valla güzel gidiyor. Aslında yeni albüm çalışması dediğimiz zaten düzenli olarak stüdyoya girdiğimizde ortaya çıkan şeyler. Ama artık Mart-Nisan gibi çıkarmaya karar verdiğimiz için şuan ciddi bir albüm çalışması içerisindeyiz. Parçaların büyük bir çoğunluğu hazır. Şuan yeni bir şeyler üretmektense elimizdekileri gözden geçirip son şekillerini veriyoruz. Güzel olacak ve doğal olarak ilkinden farklı olacak. Sonuçta araya zaman giriyor, yaşananlar değişiyor. Bizim için daha derin, daha özenli bir albüm olacak ve bizi daha iyi anlatacağını düşünüyorum.
C: Evet artık işler biraz daha yoluna girdi ve albüm kaydına çok geciktirmeden Ocak ayında girmeyi planlıyoruz. İkinci albüm için dinleyiciler de heyecanlı.
A: Bizim için önemli Ocak’ta giriyoruz diye olan kararı verebilmiş olmak. Bütün detaylar şu sıralar belli oluyor.
Yeni albümde sürprizler ve düetler olacak mı?
A: Açıkçası kafamızda ufak tefek düşünceler, konuşmuş olduğumuz şeyler var. Henüz hayata geçirmiş değiliz çünkü şuan daha çok kendimizle uğraşma dönemindeyiz. Düet anlamında bir şeyler olacak gibi. Bunu dışında parçaların birçoğu öteki albümdekilere benzemiyor. Daha sert parçalar da var. Kısacası doğal olarak değişimler var diyebiliriz. Kimisine eksik, kimisine fazla gelebilir bilemiyorum. Ama bizim için çok sürpriz bir şey yok...
C: Bazıları için illaki sürpriz olacaktır...
A: O zaman sürpriz var diyebiliriz:)
Albüm hazırlığı dönemi içerisinde en çok neleri dinlediniz? Ya da sizi etkileyen müzikler, gruplar oldu mu?
A: Tabii ki etkileyen şey oluyor. Dinliyoruz araştırıyoruz. Dünyada çok şey değişiyor, çok fazla şey çıkıyor ve Türkiye’de bir şeyleri yakalamak zor çünkü albüm çıkarayım dedikten en az 2 sene sonra albüm çıkarabiliyorsun ve elindeki beste en az bir senelik oluyor. Zaten gerideyiz... Benim şöyle bir hayalim var ikinci albümü atlayıp üçüncüyü çıkarmak gibi:) Bir kısım yaptığımız parçayı koymayalım gibi bir fikir vardı hatta belkide hepsini. Çünkü içinden geldiği dönemde yapılamıyor ve senin için yeni olmuyor yapıla şey. Sorudan biraz koptum sanki ama bunu söylemek istemiştim:) Konuya dönecek olursak mesela DandadaDan’ın sahne enerjisinden çok etkileniyoruz.
C: Evet kesinlikle. Etkilendiğimiz her şeyde doğru kelime “enerji” aslında. Kendimize kattığımız şey sevdiğimiz şeylerden aldığımız enerji oluyor çoğunlukla.
Parça oluşumları nasıl gerçekleştiriliyor genelde?
A: Yola bir yerden çıkıyoruz ve genel şeklini hep beraber veriyoruz. Bu arada bu albümle beraber insanlar arasında “aa ne yapmış bunlar değişmişler, yolu bırakmışlar” diyenler çıkabilir. Çok çalmak çok önemli gerçekten... Sözler ise genelde Görkem’den ve benden çıkıyor.
C: İlla ki birimizden bir şey geliyor tabii ki ama genel şeklini stüdyoda alıyor parçalar. Ve neler hissettiğimize bağlı olarak gelişiyorlar.
Yeni albümle ilgili son olarak neler söylemek istersiniz?
A: Yeni albümde öyle parçalar varki kendimizi o kadar iyi ifade etmedik gibi rişeyler var. Hiçbir zaman şuan olduğu kadar büyük olmuyorsun. Ama şuana kadarki en oldun işimiz bu. Çünkü ilk albüm daha çok hayatımızın lise, üniversite daha teenage dönemimizdi. Bu sefer daha fazla bu işle ilgileniyor ve daha fazla işin içindeyiz. Albüm yapmak için albüm yapmadığımızı insanlar anlarlar diye düşünüyorum.
Gökhan: Benim ilk albümüm oalcak zaten o yüzden benim için çok önemli. Her şey sindirilerek yapıldı o yüzden çok iyi.
A: Zaten Gökhan’la eskiden beri tanışıyoruz ve bu albümün endi içinde çok iyi olacak olmasının sebeplerinden biride Gökhan kesinlikle. Bize çok şey kattı.
C: Gökhan’ın ciddi bir payı var.

İpek Atcan
Blue Jean - Ocak 2008